Kasyopya Deneyi
  Ra Bilgileri
 
RA BİLGİLERİ
Cilt : 1
AKAŞA YAYINLARI

Araştırma grubumuz 15 Ocak 1981 tarihinde Ra adlı toplumsal bellek bileşiminden mesajlar almaya başladı. Kurulan iletişimde Bir’in Yasası ve bu yasanın bazı sapmaları ortaya çıktı. Bu kitapta Ra ile yapılan celselerin en önemli bölümlerinin bir özetini bulacaksınız. Celselerdeki bazı kişiye özel bölümler metinden çıkarılmıştır.

Celse : 1 (15 Ocak 1981)

RA- Ben Ra, bu medyum kanalıyla daha önce konuşmadım. Dar bir titreşim bandından iletişim kurduğumuz için medyumun iyice ayarlanmasını bekledik. Sizleri Sonsuz Yaradan’ımızın sevgisi ve ışığıyla selamlıyoruz.

Soru- Özel bir amacınız var mı, varsa ne olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ra- Biz Bir’in Yasasına bağlıyız. Bizim titreşimimizde kutuplar uyum halindedir ve paradoksların bir çözümü vardır. Çok eskiden beri gezegeninizde bulunuyoruz, Birlik Yasasını insanlara anlatmaya çalıştık, ama her zaman başarılı olduğumuz söylenemez. Gezegeninizde dolaştık, insanlarınızla bağlantı kurduk. En büyük amacımız Bir’in Yasasında yapılan çarpıtmaları gidermektir, devreniz tamamlanıncaya kadar bu amaca hizmet edeceğiz, bu devrede yapamazsak bir sonraki devrede görevimize devam edeceğiz. Biz zamanın bir parçası değiliz, her zaman sizlerle olabiliriz.

Soru- Mısır’daki Ra ile bir bağlantınız var mı? Eski Mısır’da oynadığınız rol hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
Ra- Ra titreşiminin kimliği bizim kimliğimizdir. Bir toplumsal bellek bileşimi olarak eski Mısırlılar dediğiniz ırkla bağlantı kurduk. Bizim titreşimimizdeki bir başka grup da aynı tarihte Güney Amerika’daki insanlarla bağlantı kurdu, şimdi adına kayıp kentler denen yerler onların Bir’in Yasasına yaptıkları katkılardı.
Mısır’da bizi duyan ve anlayan bir varlıkla iletişim kurmuştuk, ama rahipler ve o devrin insanları mesajlarımızı çabucak çarpıttılar, Bir’liğin özünü oluşturan şefkat ve merhameti yok ettiler. Yasayı yaymak için uygun kanallar bulamayınca geri çekildik, düşürüldüğümüz ikiyüzlü durumdan kendimizi kurtardık. O devrin toplumunda yerimizi daha çok kutuplaşma ve efsaneler aldı.

Soru- Sonsuzluk ve Bir’in Yasası hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Sonsuz olan çok sayıda olamaz, çünkü çokluk sonlu bir kavramdır. Sonsuzluğu tanımlamak için onu Birlik olarak tarif etmeniz gerekir, aksi takdirde sonsuzluk terimi bir anlam ya da içeriğe sahip olamaz. Sonsuz Yaratanda sadece birlik bulunabilir, aslında doğru ya da yanlış diye bir şey yoktur. Şu zaman diliminde çarpıtarak yaptığınız akıl, beden, ruh dansı sonunda uyum içine girecek ve kutuplar yok olacaktır. Bu çarpıtma aslında hiç de gerekli değildir, Mutlak Birliği anlamak yerine parçalardan birini alternatif olarak seçiyorsunuz. Oysa her türlü varlık, duygu, olay ve durum sizsiniz! Siz her şeysiniz, birliksiniz, siz sonsuzluk, sevgi ve ışıksınız! İşte Bir’in Yasası budur. (Sayfa:77-80)

Celse : 2 (20 Ocak 1981)

Soru- Kendi tarihinizden ve bu gezegendeki eski kavimlerle temaslarınızdan biraz daha söz edebilir misiniz?
Ra- Konfederasyon üyeleri olan bizler 11 bin yıl önce gezegeninizdeki iki uygarlıkla iletişim kurduk. Safiyane bir şekilde doğrudan temas yoluyla hem öğretip hem de öğrenebileceğimize inanıyorduk. Söz konusu uygarlıklar Birlik bilincine sahip oldukları için onları rahatsız edip düzenlerini bozacağımızı düşünmemiştik bile. Hizmet etmek istediğimiz halklardan kabul de gördük, onlara bazı teknik yardımlarda bulunduk. Kristalin bir şifa aracı olarak nasıl kullanılacağını öğrettik, ama bu teknolojinin etkili ve güçlü kişiler tarafından kullanıldığını gördük, oysa Bir’in Yasasının amacı bu değildi. Sonunda o insanları terk ettik. Güney Amerika dediğiniz yerde çalışan grup bu kadar kolay vazgeçmedi, tekrar o bölgeye döndüler, ama biz dönmedik. Yaptığımız bilinç değişimi sonradan çarpıtılmış olsa da, sorumluluk bize ait olduğu için dünyayı tam anlamıyla asla terketmedik. Kutsal topraklar dediğiniz ülkenin yöneticileriyle temas kurmak için girişimlerde bulunduk.
Sonunda sizin uzay/zaman (madde alemi) kayıtlarınızdaki adıyla 18. Hanedan döneminde bir firavunla temas kurabildik. Bu varlığın dünyanızdaki yaşam deneyimi çok azdı, kendisi bir “gezgin”di. Ama iletişim titreşimlerimizi duyabildi ve bunu kendi titreşimiyle birleştirmeyi başardı. Bu genç varlığa bir tanrının “Ammon”un adı verilmişti. Ama o tanrının adının kendi adı olamayacağına karar vererek ismini “Aten” e çevirdi. Ikhnaton da denen bu varlık, Bir’in titreşiminin gerçek spiritüel titreşim olduğuna inandı ve Bir’in Yasasını yürürlüğe koydu.
Aten’in inançlarını paylaşanlar çok azdı. Rahipleri bile gerçek bir araştırmadan yoksun biçimde yüzeysel olarak Bir’e inanıyor, halkı ise eski inançlarını sürdürüyordu. Bu varlık öldükten sonra çok tanrılı bir sürü inanç ortaya çıktı. Ta ki Muhammed olarak adlandırdığınız varlık gelinceye kadar bu böyle sürüp gitti. Muhammed insanları daha idrakli bir akıl, beden, ruh birliğine sokmayı başardı.

Soru- Kristalle yapılan tedaviden söz ettiniz, bu konuda biraz daha bilgi verebilir misiniz?
Ra- Kristalle tedavinin esası, fizik beden dediğiniz illüzyonun hiyerarşik doğasını anlamaya dayanır. Ruhtan bedene ve akla giden enerjiler üzerinde etkili olan, akıl ve beden arasındaki dengeyi kurmada etkili olan kristaller ayrı ayrıdır. Tüm kristal tedavileri arındırılmış medyumlar aracılığıyla yapılır. Şifacıda göreli bir kristalizasyon meydana gelmezse kristal uygun şekilde yüklenemez. Diğer önemli nokta, gezegenin enerji alanlarıyla sağlanması gereken uyumdur. Gezegenin aurasına gelen kozmik titreşim ya da akımlar, ancak kristaller uygun oranlar taşıyan şekillerin içine yerleştirildiğinde dengeleme ya da düğüm çözme sürecine yardımcı olabilirler. Öte yandan kristali seçerken gösterilecek hassasiyet son derecede önemlidir, ama elmas ya da yakut gibi bir kristal, Bir’in sevgi ışığıyla dolu arınmış bir şifacı tarafından hemen her durumda kullanılabilir. Tabii bunu yapmak için inisiyasyon şarttır.

Soru- Piramitlerin bu anlattıklarınızla bir ilgisi var mı? Onları siz mi inşa ettiniz, hangi amaçla inşa ettiniz?
Ra- Bir’in güçlerini kullanarak inşa ettik büyük piramitleri. Taşlar canlıdır, ama uygarlığınız bu gerçeği henüz anlamış değil! Piramitleri inşa etmemizin iki amacı vardı. Birincisi, arınarak Bir’in Yasasına kanal oluşturmak isteyenler için uygun inisiyasyon merkezleri meydana getirmekti. İkincisi, burada yetişen inisiyeleri insanları ve gezegeni tedavi etmeye yöneltmekti. Kristal enerjisiyle yüklenmiş piramit ve inisiyeler, Yaradan’dan gelen enerjiyle dünyadaki akıl, beden, ruh çarpıklığını dengeleyeceklerdi. Bu arada Konfederasyon üyesi diğer kardeşlerimiz de dünyanın dört bir yanında piramitler inşa etmişlerdi, onların da katkılarıyla çalışmamıza devam edebildik. (Sayfa: 85- 88)

Celse : 3 (21 Ocak 1981)

Soru- Eskiden piramitlerin tepesinde bir kapak taşı bulunduğu söyleniyor, bu kapak taşı neden yapılmıştı? Piramiti inşa etmek için bu kadar ağır taş blokları oraya nasıl getirdiniz, nasıl bir teknik kullandınız?
Ra- Büyük Piramit adı verilen piramidin iki tane kapak taşı vardı. Birini biz tasarlamıştık, granit adını verdiğiniz malzemeden yapılmıştı. Granit kristal özellikleri taşıdığı ve bir baca işlevi gördüğü için tercih edilmişti. Biz dünyayı terk ettiğimiz sırada orijinal taş kaldırılmış, yerine kısmen altından yapılmış bir kapak taşı konmuştu. Bu, piramidin özelliklerini hiçbir şekilde değiştirmedi, yapıyı firavun mezarı gibi kullanmak isteyenlerin bir saptırmasıydı sadece.
Gelelim ağır blokların nasıl yerleştirildiğine. Enerji akıllıdır, hiyerarşiktir, yani nasıl bir sıra takip edeceğini bilir. Nasıl akıl, beden, ruh bileşiminiz hiyerarşi sırasına göre bedenlere yerleşiyor ve bu bedenlerin şeklini, enerji alanını ve zekasını aynen alıyorsa, kaya gibi malzemelerin her bir atomu da aynı yolu izler. Eğer bu zekayla konuşabiliyorsanız, kayaya ait sınırlı fiziksel ya da kimyasal enerji uyumlu bedenlerde yerleşmiş sonsuz enerjiyle temasa geçer. Bu bağlantı kurulduğunda artık istediğinizi yapabilirsiniz. Kaya olma sınırsızlığının zekası içinde bulunduğu fiziksel biçimle iletişim kurar, istenilen parçalanma ya da hareket kayanın enerji alanının sonluluktan sonsuzluk dediğimiz boyuta doğru yer değiştirmesiyle elde edilir. Böylece istenen şey, canlı kayadaki Yaradan’ın sonsuz idrakinin işbirliğiyle elde edilmiş olur. Bu birçok şeyin yapılabilmesini sağlayan bir mekanizmadır, ama şu andaki olanaklarınızla anlayabileceğiniz bir konu değildir.

Soru- Piramitler birçok kişinin ortak faaliyetiyle mi inşa edildi?
Ra- Bizim inşa ettiğimiz piramitler, toplumsal bellek bileşimimiz tarafından oluşturulan düşünce formlarıyla inşa edilmişlerdir.

Soru- O halde kayalar oldukları yerde meydana getirildiler, başka yerlerden oraya taşınmadılar öyle mi?
Ra- Büyük Piramidi biz ölümsüz kayadan yaptık, diğer piramitler ise bir yerden başka bir yere taşınan kayalarla yapıldılar.

Soru- Ölümsüz kaya nedir?
Ra- Eğer düşünce formu kavramını anlayabiliyorsanız şunu da anlarsınız. Düşünce formunun biçimi, kayadaki malzemelerin meydana getirdiği enerji alanlarına oranla çok daha düzgündür. Zira kayalar da düşünce formu yoluyla, yani düşüncenin sonlu enerjiye dönüştürülüp düşünce formunun illüzyon düzeyine yansıtılmasıyla meydana getirilmişlerdir. Biz bir şifa kompleksi yaratmak istemiştik, ama piramidin sırrını araştıranlar bize mucizevi mimarlar olarak tapınmayı yeğlediler.

Soru- Piramidin biçimi inisiyasyon sürecinde önemli bir rol oynar mı?
Ra- İnisiyasyon süreci içinde piramidin iki işlevi vardır. Biri bedenle ilgilidir, ama bedenin inisiye edilebilmesi için önce zihnin inisiye edilmesi gerekir. Aklın gerçek kimliğini oluşturan karakter ve kişilik keşfedildikten sonra sıra bedeni her yönüyle tanımaya gelir, böylece bedenin çeşitli fonksiyonlarının anlaşılması ve kontrol altında tutulması mümkün olur. Şu halde piramidin ilk kullanımı duyusal girdileri gidermek amacıyla yapılır, yani beden bir anlamda ölür ve başka bir yaşam başlar.
Ruhun inisiyasyonu ise daha dikkatle ele alınması gereken bir konudur. İnisiye edilecek varlığın içine gireceği zaman/uzay (fizik ötesi) oranları önemlidir. Şimdi piramidin yan yüzeylerinden birini oluşturan üçgeni gözünüzün önüne getirin, bunun dört eşit üçgene bölündüğünü düşünün. Bu üçgenin (dört kenarının her birinin ilk düzeyinde bulunan) ara kesiti yatay düzlemde bir elmas şekli meydana getirir. Bu düzlemin tam orta noktası, sonsuz boyutlardan akan enerjilerle varlıkların iç içe geçmiş çeşitli enerji alanlarının en uygun kesişme noktasıdır. Piramit, inisiye edilecek varlığın sonsuz zekaya giden yolu zihnen algılayıp ona kanal oluşturabileceği şekilde tasarlanmıştır. (Sayfa: 90-95)

Celse : 4 (22 Ocak 1981)

Soru-
Piramidin büyüklüğü inisiyasyonun etkinliğinde rol oynar mı?
Ra- Her boy piramidin kendi odak noktası vardır, sonsuz zeka bu noktaya akar. Bu yüzden, bir bedenin altına ya da üstüne konacak küçücük bir piramit bile bedende özel etkiler yaratabilir. İnisiyasyon amacıyla kullanılacak piramit ise huşu uyandıracak kadar büyük olmalıdır, öyle ki çok boyutlu sonsuz zekanın giriş noktası inisiye edilecek varlığı tümüyle kaplayıp doldurabilsin ve tüm bedeniyle bu odak noktasında uzanabilsin. Ayrıca, eğer şifa için kullanılacaksa hem şifacı hem de şifa alan varlık bu odak noktasında yan yana uzanabilmelidir.

Soru- Gize’deki Büyük Piramit hala bu amaçla kullanılabilir mi, yoksa artık işlevini yitirdi mi? Bu devirde yeni bir piramit inşa etmemiz mümkün mü?
Ra- O da, diğer birçok piramit de akortsuz piyano gibi hala çalıyor ama çok berbat bir ses çıkarıyor! Bu uyumsuzluk duyarlılığı rahatsız ediyor, artık enerji akımının sadece gölgesi kalmış, çünkü gezegenin elektromanyetik alanındaki kaymalar yüzünden akım giriş noktaları yer değiştirmiş vaziyette. Bunda, bu inisiyasyon ve şifa yerini daha az insani amaçlarla kullanmış uyumsuz varlıkların da rolü var.
Bu devirde yeni bir piramit inşa etmeniz mümkün, ama şunu bilmelisiniz ki artık piramitlerin devri geçmiştir. Gerçi piramit zamanı olmayan sonsuz bir yapıdır, ancak dünyanıza gelen akımlar artık değişmiştir. Şu anda aranızda sonsuz zekayla zaten “bir” olmuş ve arınmış insanlar var. Öyle ki, hastalara bu yapıları kullanmadan da şifa verilebilir.

Soru- Bir’in Yasasını ve şifa yasalarını anlatabilir misiniz?
Ra- Bir’in Yasası kısaca şöyledir: Her şey “bir”dir, zıtlar yoktur, doğru ya da yanlış diye bir şey yoktur, uyumsuzluk yoktur, sadece tek bir kimlik vardır. Her şey “bir”dir, o da sevgi/ışık, ışık/sevgi, Sonsuz Yaradan’dır.
Bir’in Yasasının başlıca sapmalarından (olumlu anlamda sapma) biri de şifadır. Bir insan varlığının derinliklerinde Bir’in Yasasını hissedip idrak ettiğinde, yani uyumsuzluğun, kusurun olmadığını, her şeyin bütün ve mükemmel olduğunu idrak ettiğinde şifa gerçekleşir. Böylece varlığın içindeki sonsuz zeka beden, akıl ya da ruha ait illüzyonu yeniden düzenleyerek onu Bir’in Yasasıyla uyumlu hale getirir. Bu bireysel süreçte şifacı sadece enerji verici ya da katalizör rolü oynar. (Sayfa: 97- 105)

Celse : 5 (23 Ocak 1981)

Soru- Etkili bir şifacı olabilmek için ne yapmalıyız?
Ra- Sonsuz Zekayla temas kurabilmek için işe akli öğrenme süreciyle başlayalım. Akli çalışmanın vazgeçilmez koşulu mutlak bir sessizlik halini sürdürebilme yeteneğidir. Zihin bir kapı gibi açılmalıdır, bunun anahtarı da sessizliktir. Zihinsel disiplini öğrenebilmek için insanın benliğini incelemesi şarttır. Boyutunuzun çift kutupluluğu içselleştirilmelidir. Aklınızda sabrı bulduğunuz yerde onun karşıtı olan sabırsızlığı da bulmalısınız ya da bunun tam tersini. İnsanın her düşüncesinin bir de karşıtı vardır. Akıl disiplininin ilk adımı da benliğinizde onayladığınız ve onaylamadığınız şeyleri tanımlamak, sonra da her pozitif ve negatif yükü kendi karşıtıyla dengelemektir. İkinci akli disiplin bilincinizdeki bütünlüğü kabullenmektir. Maddi bilinç aleminde kutuplaşmış bir varlığın nitelikler arasında bir tercih yapması ve zaten karmaşa içindeki aklını büsbütün karışıklığa ve kalıplaşmaya itecek roller yaratması doğru değildir. Her kabulleniş yargılama hassanızın doğurduğu birçok çarpıtmayı biraz daha düzeltir. Aklın üçüncü disiplini birincinin tekrarıdır ve aklın diğer varlıklara bakışıyla ilgilidir. Aklın kavramları çok yönlüdür, yani kendi kutbiyetinizi ve başkalarının kutbiyetlerini anlamak çok ince bir iştir. Bir sonraki adım başkalarının kutbiyetlerini kabul etmektir.
İkinci çalışma alanı bedenin incelenmesi ve anlaşılmasıdır. Bu, aklınızı kullanarak duyguların, önyargıların, heyecanların bedenin çeşitli kısımlarını nasıl etkilediğini araştırmaktır. Bedensel kutbiyeti hem anlamak hem de kabul etmek gerekir. Böylece akıl üzerinde bilinçle ilgili yaptığınız işi bu kez kimyasal ve fiziksel bir planda tekrarlamış olursunuz. Beden aklın yarattığı bir eserdir, onun da kendi eğilimleri, önyargıları vardır. Önce biyolojik eğilim tümüyle anlaşılmalı, sonra aksi eğilimin idrakinizde ifade bulmasına izin verilmelidir. O zaman bedenin kutuplara sahip dengeli bir birey olarak kabul edilme süreci tamamlanabilir. Daha sonra bu idraki karşılaşacağınız diğer varlıkların bedenlerine doğru genişletmek gerekir. Bunun en basit örneği her biyolojik erkeğin aynı zamanda biyolojik bir dişi olduğunu idrak etmektir, öte yandan her biyolojik dişi de aynı zamanda biyolojik bir erkektir. (Sayfa: 107- 110)

Celse : 6 (24 Ocak 1981)

Soru-
Şifa konusuna dün kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz sizce uygun mudur?
Ra- Evet uygundur. Üçüncü çalışma alanı ruhsal bileşimdir. Bu, akıl, beden, ruh bileşiminizin en az çarpıtılmış güç alanlarını ve bilinci kapsar. Akıl bedeni yönetir, eğer akıl tek bir noktaya yönelik olarak dengede ve farkındalık içindeyse, beden de bu ortama uygun bir denge kurmak için bürünmesi gereken eğilimlere bürünmüşse, artık ortam daha yüksek bir çalışma için hazır demektir. Bedenle akıl açık ve almaya hazır durumdaysa, ruh da varlığın yukarı doğru uzanmak isteyen iradesiyle, yaratıcı ateş ve rüzgarın aşağıya doğru akışı arasında bir iletişim aracı ya da ileri geri gidip gelebilen bir mekik gibi fonksiyon görebilir. Şifacılık yeteneği, diğer paranormal yetenekler gibi Sonsuz Zekaya bir yol açılmasından ya da ona doğru gidip gelebilen bir mekik bulunmasından etkilenir.

Soru- Sanırım kendiniz hakkında biraz daha detaylı bilgi vermeniz uygun olacak. Siz evrenin neresinden geldiniz?
Ra- Benim de bir parçası olduğum toplumsal bellek bileşimi dünyanıza güneş sistemindeki bir gezegenden, Venüs’ten geldi. Sizin ölçülerinize göre biz çok eski bir ırkız. Altıncı boyutta bulunduğumuz dönemde fizik bedenlerimiz altın dediğiniz maddeye benzerdi. Uzun boylu, narin yapılıydık, derimiz altın gibi parlardı. O devirde insanlarınız bize hiç benzemiyorlardı, bu yüzden ziyaretimiz kısa sürdü, onlarla pek anlaşamadık. Sözünü ettiğimiz devir, size ilginç gelen yapıları inşa ettiğimiz devirdir. Buraya düşünce gücümüzü kullanarak geldik.

Soru- Dünyada yürüyebilmek için boyut değiştirmeniz mi gerekti?
Ra- Rüzgar alıştırmasını hatırlayın, hiçliğe doğru çözülmek birliğe doğru erimektir, çünkü hiçlik diye bir şey yoktur. Biz altıncı boyutta düşünce yoluyla her ışık parçacığında var olan Sonsuz Zekayı yönlendirmeye muktediriz. Altıncı yoğunluk derecesindeki akıl, beden, ruh bileşimlerimizi üçüncü yoğunluk derecesinin gözle görülebilecek bir kopyasının içine yerleştirdik. Gezegeninizi koruması altında tutan Konsey bunu yapmamıza izin vermişti.

Soru- Bu Konsey nerededir?
Ra- Konsey Satürn gezegeninin oktavında, yani sekizinci boyutunda yer almaktadır. Sizin üçüncü yoğunluk derecesinde kullandığınız terimle bu yer Satürn’ün halkalarındadır.

Soru- Güneş sistemimizin diğer gezegenlerinde bize benzer insanlar var mı?
Ra- Sizin geçmişiniz olan bir zaman/uzayda (fizik ötesi), güneş sisteminizdeki bir gezegende üçüncü yoğunluk derecesinde yaşayan varlıklar vardı. Bu gezegene değişik isimler verilmiştir, en çok kullandığınız isim Maldek’tir. Bu varlıklar gezegenlerini tahrip ettiler ve kendilerine yeni bir yer aramak zorunda kaldılar, dünyanız onlar için en uygun koşullara sahip gezegendi. Dünyaya hasat süreci (kıyamet) yoluyla geldiler, yani aynı yoğunluk derecesindeki daha yüksek kürelerden enkarnasyon yoluyla dünyada enkarne oldular. Bu olay sizin ölçünüzle yaklaşık 500 bin yıl önce oldu.

Soru- Yani Dünyadaki tüm nüfus Maldek’ten mi geldi?
Ra- Dünyanızın halkı Maldek’ten hasat edilenlerin yanı sıra ikinci yoğunluk derecesindeki gezegenlerden hasat edilen değişik gruplardan meydana gelmiştir. Hepiniz tek bir ırktan ve aynı başlangıç noktasından gelmediniz, paylaştığınız deneyim benzersizdir.

Soru- Bu hasat eyleminde, yani varlıkların Dünyamıza nakledilişinde Bir’in Yasası nasıl bir rol oynamaktadır?
Ra- Bir’in Yasası tüm varlıkların bir olduğunu söyler. Bu yasanın idraki ve uygulanışıyla uyum içinde olan belirli düşünce ve davranış biçimleri vardır. Bir deneyim devresini bitirip devrenin idrakini düşünce ve davranışlarında gösterenler, kendi tercihleriyle akıl, beden, ruh bileşimleri için en rahat titreşim boyutuna geçmek üzere ayrılırlar. Bu süreç, titreşim olarak Bir’in Yasasına en yakın konumda olmalarına rağmen aktif biçimde hizmet etmek isteyen varlıklar tarafından korunur ve gözetilir.
İllüzyon, yani maddi görüntü ışıktan yaratılır ya da daha doğru bir deyişle ışık/sevgiden yaratılır, bu da çeşitli yoğunluk derecelerine sahiptir. Hasat edilmiş her varlık ışık hattı boyunca ilerler, ta ki ışık bakamayacağı kadar parlaklaşıncaya dek. O noktada varlık durur, söz konusu varlık üçüncü yoğunluk derecesine ancak erişebilmiş olabileceği gibi, üçüncü derece ışık/sevgi titreşimsel bileşiminin sonuna çok yaklaşmış da olabilir. Bu güçlenen ışık/sevgi oktavı içindeki varlıklar artık yeni bir devreyi deneyimleyeceklerdir.

Soru- Bu devrelerin her birinin bizim ölçülerimize göre kaç yıl sürdüğünü söyleyebilir misiniz?
Ra- Bir devre yaklaşık 25 bin yıl sürer, bu karakterde üç devre vardır. Evrimleşmiş olanlar her devrenin sonunda hasat edilirler, bu da sizin ölçülerinizle 75-76 bin yıl eder. Büyük devre sonunda tüm varlıklar evrimleşseler de evrimleşmeseler de hasat edilirler, çünkü bu zaman zarfında gezegen bu boyutun yararlı kısmını kat etmiş ve bu yoğunluk derecesindeki daha düşük titreşim düzeyleri için kullanılabilirliliğini yitirmiş olur.

Soru- Devrelere göre şu anda dünyanın durumu nedir?
Ra- Bu küre şu anda dördüncü boyut titreşiminde bulunuyor. Maddesi ve malzemesi, bilincinde gömülü toplumsal bellek bileşimlerinden dolayı oldukça karmaşa içindedir. Kendine yöneltilen titreşimlere kolay geçiş yapamamıştır, bu yüzden bazı zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Bu zorluklar ya da uyumsuz titreşim birkaç yıl önce başlamıştır, hiç kesilmeden ve azalmadan 30 yıl kadar (2011 yılına kadar) devam edecektir. 30 yıl sonra dünya dördüncü yoğunluk derecesinde bir gezegen olacaktır.

Soru- 30 yıl sonra bu gezegende nüfusun yüzde kaçı kalacak?
Ra- Daha hasat başlamadı, bu yüzden bir tahminde bulunmak anlamsız.

Soru- Çan biçimindeki araçları kullanarak dünyaya kaç yıl önce geldiniz?
Ra- Sözünü ettiğiniz araç şu anda tarafımızdan kullanılmıyor, ama geçmişte kristalleri ve çan biçimli araçları kullandık. Sizi 18 bin yıl önce ziyaret ettik, ama yere inmedik, daha sonra 11 bin yıl önce ziyaret ettik. Biz artık Venüslü değiliz. Aranızda bulunduğumuz sırada insanlarınızda yarattığımız bazı düşünce formları hala mevcuttur. Şimdiki Venüs halkı artık altıncı yoğunluk derecesinde değildir.

Soru- Son zamanlarda görülen ufolar başka gezegenlerden mi geliyor?
Ra- Ben Sonsuz Yaradan’ın hizmetindeki Gezegenler Konfederasyonunun üyelerinden biriyim. Bu Konfederasyonda yaklaşık 500 gezegensel bilinç bileşimini kapsayan yaklaşık 53 uygarlık var. Konfederasyonda güneş sisteminizden varlıklar bulunduğu gibi, başka gezegenlerden varlıklar da var, hepsi de Bir’in Yasasına hizmet etmede birleşmiştir. Dünyanıza gelmek isteyen her varlık karantinayı delmek için izin ister. Göklerinizde aynı anda 15 Konfederasyonlu varlığın (toplumsal bellek bileşiminin) bulunduğu bile olmuştur. Diğerleri sizinle düşünce yoluyla temas kurarlar. Şu anda dünyanızda araç kullanarak iş gören yedi birim var, amaçları sizleri sonsuzluktan haberdar etmektir. (Sayfa: 111- 120)

Celse : 7 (25 Ocak 1981)

Soru-
Bize Konsey hakkında bilgi verebilir misiniz? Ufoların dünyayı ziyareti bana bir reklam gibi görünüyor, Konsey son 30 yılda karantinayı birçok kez kaldırdı mı?
Ra- Konsey üyeleri, Konfederasyondan gelen temsilcilerle, sizin iç katlarınızın titreşim düzeylerinden gelen varlıklardır. Sürekli toplantı halinde olan Konseyin 9 üyesi vardır, dengeleme amacıyla bu üyeler sürekli değişirler. Konseye yardım etmek üzere istendiğinde hizmet sunan 24 varlık daha vardır. Sadakatle gözetim hizmeti yapan bu varlıklara Koruyucular denir.
Satürn Konseyi sözünü ettiğiniz zamanda karantinanın delinmesine izin vermemiştir. Dünyaya belli sayıda iniş yapılmaktadır, bunların bazılarını Orion grubu olarak tanıyorsunuz. İzin verilmiştir, ama karantinayı delerek aranızda yaşamak için değil, size düşünce formu gibi görünmek için verilmiştir. Özellikle ilk nükleer aygıtınızı yaptığınız sırada Konsey bu izni vermiştir. Reklam derken bazı gizemli olayları kastediyorsanız haklısınız. Bu olayların amacı insanları sonsuz olanaklardan haberdar etmektir. İnsanlarınız sonsuzluğu kavradıkları zaman, ancak o zaman Bir’in Yasasına giden kapı açılacaktır. (Sayfa: 125- 127)

Celse : 8 (26 Ocak 1981)

Soru-
Bazı inişlerin Orion grubu tarafından yapıldığını söylediniz, onlar buraya neden indi, amaçları neydi? 1973’de Pascagoula’da Charlie Hixson’u gemiye götüren onlar mıydı?
Ra- Orionluların amacı fetihtir, Konfederasyonun amacından farklı olarak kendi titreşimsel bileşimleriyle rezonans halindeki insanları fethetmek ve köleleştirmek isterler. Sözünü ettiğiniz iniş kuraldışı bir inişti, ne Orionlular ne de bizim tarafımızdan gerçekleştirilmişti. Bu bilmeden karantinayı delmiş sizin titreşim düzeyinizdeki bir varlığın işiydi. Charlie adlı varlığın akıl, beden, ruh bileşimini kullanarak savaş adını verdiğiniz deneyimler üzerinde konsantre oldular, bir film seyreder gibi onun deneyimlerini yaşadılar, amaçları öğrenmekti. Üçüncü yoğunluk derecesinin oldukça ileri bir düzeyine mensuptular, Sirius gezegeninden gelmişlerdi. (Sayfa: 132- 134)

Celse : 9 (27 Ocak 1981)

Soru-
Gezegenimizdeki nüfusun evrimleşmek için belirli bir süresi var. Bu süre 25 biner yıllık üç devreye bölünüyor, 75 bin yılın sonunda gezegenin kendisi de evrim geçiriyor. Her devrenin böyle kesin rakamlarla saptanmasını gerektiren şey nedir?
Ra- Satürn Konseyi tarafından yönetilen küçüçük evren parçasını meydana getiren enerjiyi gözünüzde canlandırmaya çalışın, bu sürecin ritmini görmeye devam edin. Bu canlı akım, sizin zaman devreleriniz gibi kaçınılmaz bir ritim yaratır. Gezegeninizdeki varlıkların her biri, bu enerji dünyada insanların yaşamasına uygun bir durum yarattığında ilk devresine başladı. Bu yüzden gezegeninizdeki varlıkların her biri farklı bir devresel programa sahiptir. Devrelerin zamanlaması zeki enerjinin bir bölümüne eşit ölçüdedir ve zeki enerji bir çeşit saat sunar. Nasıl bir saat her saat başı hassasiyetle çalıyorsa, devre de aynı hassasiyetle ilerler. Böylece saat çaldığı anda şartlar ne olursa olsun zeki enerjiden sonsuz zekaya giden kapı açılır.

Soru- Bu gezegene ilk varlıklar nereden geldiler?
Ra- Bu gezegendeki ilk varlıklar su, ateş, hava ve topraktı. Ama ilk insanları soruyorsanız, buraya ilk gelenler Kızıl Gezegen dediğiniz Mars’tan getirilenlerdi. Mars’taki ortam üçüncü yoğunluk derecesindeki varlıkların barınmasına uygun olmaktan çıkmıştı, işte ilk insanlar bu ırka mensuptu. Bu varlıkların akıl, beden, ruh bileşimleri, o zamanki Koruyucular tarafından dikkatle yürütülen genetik bir uyarlamanın karışımıydı, yani Koruyucular bu ırkı Mars’ta ölerek fizik bedenlerini yitirdikten sonra dünyaya naklettiler.
Mars’taki varlıklar sevgi yasasını öğrenmeye çalışıyorlardı, ama kavgaya olan eğilimleri ve savaşı sevmeleri gezegenin atmosferinde öylesine güçlükler yarattı ki, gezegen daha devresini tamamlayamadan üçüncü yoğunluk deneyiminin yaşanmasına uygun olmaktan çıktı. Bu yüzden Kızıl Gezegenli varlıkların hasatı yapılamadı, onlar da sevgi yasasını sizin gezegeninizde öğrenmeye mecbur oldular. Mars’tan Dünyaya nakil sizin zaman ölçünüzle yaklaşık 75 bin yıl önce gerçekleşti.

Soru- Bu nakilden önce Dünya’da bize benzer varlıklar var mıydı?
Ra- Son 4 milyon yıl boyunca kürenize değişik zamanlarda ziyaretçiler gelmiştir. 75 bin yıl önce Dünya üçüncü değil ikinci yoğunluk derecesindeydi. İkinci yoğunluk derecesi, sonsuzluğa uzanma dürtüsü olmayan gelişmiş bitki ve hayvanlara ait bir ortamdır. Sizin aranızda nasıl bilinç farklılıkları varsa onlar arasında da vardır.
İkinci yoğunluk derecesinin en üst katındaki iki tür varlık iki ayaklılardandı. Ama tam olarak iki ayakları üzerinde yürüyemiyor, öne doğru eğilerek yürüyorlardı, duruşları dört ayaklıların duruşundan çok az farklıydı. Gezegeninizde şu anda ikinci yoğunluk derecesine ait hiçbir bilinç bileşimi yoktur, ama ikinci yoğunluk biçimini kullanan iki ırk vardır. Biri Maldek dediğiniz gezegenden gelen varlıklardır, yer altındaki geçitlerde yaşarlar, siz onlara “kocaayak” diyorsunuz. Diğeri ise Koruyucuların bu gezegende oturmalarını önerdikleri bir ırktır. Onların görevi nükleer bir savaş çıkması halinde size fiziksel bedenler sağlamaktır, yani bir çeşit gen deposu gibi kullanılmak üzere yedekte tutulan varlıklardır. Bedenleri radyasyona çok dayanıklıdır, oysa sizin bedenleriniz radyasyona dayanamaz. Bu varlıklar bakir ormanların derinliklerinde yaşarlar ve gizlenme konusunda çok ustadırlar. Gezegenin
değişik yerlerinde böyle çok sayıda varlık vardır. (Sayfa: 136- 142)

Celse : 10 (27 Ocak 1981)

Soru-
Maldek gezegeninin parçalanmasına yol açan olay neydi, ne zaman gerçekleşti?
Ra- Maldek halkı, Atlantisliler olarak bildiğiniz toplumsal bileşime çok benzeyen bir uygarlığa sahipti. Yüksek düzeyli teknolojilerini kürelerini korumayı düşünmeden dikkatsizce kullandılar. Büyük oranda negatif kutbiyet ya da kendine hizmet dediğiniz kavramla ilgili düşünce ve eylemleri uyguladılar, ama bu işi olumlu ve başkalarına hizmet gibi algılayan bir inanca sahiptiler. Biyosferlerini tahrip eden şey savaş dediğiniz olaydan kaynaklandı. Bu olay sizin zaman ölçünüzle 705 bin yıl önce meydana geldi. Gezegendeki varlıklar bu felaket nedeniyle o kadar büyük bir sarsıntı geçirdiler, öyle büyük bir yara aldılar ki adeta korku yumağına dönüştüler. Konfederasyon 600 bin yıl önce yeni bir toplumsal bellek bileşimi meydana getirerek korku yumağını çözmeyi başardı. O zaman bu varlıklar bilinçli olduklarını hatırladılar ve düşük astral katlara ulaşabildiler.
Bu deneyimden sonra karma hafifletici ve insan olarak kabul edilemeyecek formlara bürünerek gezegeninizde enkarne oldular. O zamandan beri de karmalarını deneyimliyorlar, felaketin neden olduğu sapmaların yerini daha az çarpıtılmış başkalarına hizmet vizyonu ve arzusu alıncaya kadar da buna devam edecekler. Bu, Maldek deneyimini yaşayan varlıkların bilinçli kararıydı. Sonuç olarak Dünyaya nakil işlemi 500 bin yıl önce başladı ve o zaman diliminde bulunabilen beden tipi kullanıldı, bu beden tipi maymundu. Bu varlıkların birçoğu, karmasının birikimini ortadan kaldırarak üçüncü yoğunluk derecesindeki bir bedene geçmeyi başarmıştır, birçoğu da yaratılışın başka bir yerinde enkarne olarak üçüncü yoğunluk devresini sürdürmektedir. Ama hala az sayıda varlık daha önceki eylemlerini ve sapmalarını hafifletememiş, kocaayakların bir türü olarak dünyada kalmıştır.

Soru- Devrenin bitiminde mezun olan varlıklar bir gezegenden diğerine nasıl götürülür?
Ra- Hasat edilmiş varlık gereksinim duyduğu yoğunluk derecesini değerlendirir, ya aynı devreyi tekrarlamak ya da bir sonraki devreye geçmek için daha uygun yeni bir ortam seçer. Hasat birçok Gözlemci ve Koruyucunun gözetiminde yapılır.

Soru- Evrimi hızlandırmak için yapılması gereken alıştırmalar nelerdir?
Ra- Birinci alıştırmanın içeriği sevgidir. Yaşanan her an sevgi taşır, bu illüzyonun ya da bu yoğunluk katının dersi ve hedefi budur. Sevgiyi bilinçli olarak farkındalık içinde görebilmek ve sapmaları idrak etmek önemlidir, bu çaba işin temelini oluşturur. İkinci alıştırma, evrenin tek bir varlık olduğunu anlamaktır. Bir varlık başka bir varlığa baktığında Yaradanı görmelidir. Üçüncü alıştırma, bir aynaya bakın ve Yaradanı görün. Dördüncü alıştırma, çevrenizdeki yaratılmış şeylere bakın ve Yaradanı görün. Bu alıştırmaların ön koşulu ya da temeli meditasyona ve dua etmeye olan yatkınlıktır.

Soru- Atlantis ve Lemurya uygarlıklarının doğuşunu merak ediyorum, bu uygarlıklar ne zaman ortaya çıktı ve nereden geldiler?
Ra- Atlantis ve Lemurya uygarlıkları bir değil iki ayrı uygarlıktır. Lemuryalılar ilkel yapıda ama çok gelişmiş ruhsal sapmalara (en pozitif değer bile Gerçeğe göre bir sapmadır denmek isteniyor) sahip varlıklardı. Sizin zaman ölçünüzle 53 bin yıl önce, devrenin başlangıcına yakın yıllarda yaşamışlardı. Kürenin tektonik tabakalarının yeniden ayarlanması sırasında (ki bunda onların hiçbir katkısı yoktu) kıta okyanusun sularına gömülmüştü. Kurtulanlar Rusya, Kuzey Amerika ve Güney Amerikaya gittiler, Kızılderililer bu varlıkların torunlarıdır. Onlar da bu devredeki diğer enkarne varlıklar gibi başka yerlerden gelmişlerdi. Güneşinin yaşı yüzünden üçüncü yoğunluk derecesi yaşam koşullarına geçmekte zorlanan bir ikinci yoğunluk derecesi gezegeninden gelmişlerdi, bu gezegen Deneb galaksisindeydi.
Atlantis ırkı sizin zaman ölçünüzle yaklaşık 31 bin yıl önce oluşmaya başlayan çok karmaşık toplumsal bir bileşimdi. 15 bin yıl öncesine kadar yavaş gelişen ve hemen hemen tümüyle tarıma dayanan bir toplumdu. Ama kısa sürede öyle bir teknolojik idrake eriştiler ki, Sonsuz Zekayı bilgi kaynağı olarak kullanabilir hale geldiler. Ayrıca zeki enerjiyi kullanarak sonsuz enerjiden gelen çivit rengi ya da epifiz ışınının doğal akımlarını da büyük oranda yönlendirebiliyor, yaşam formları yaratabiliyorlardı. Ama akıl, beden, ruh bileşimlerine şifa verip onları mükemmelleştireceklerine yaşam formları yaratmaya başladılar ve negatif eylemlere yöneldiler. Sizin zamanınızla 11 bin yıl önce çıkan ilk savaş nüfusun % 40’ının ölümüne sebep oldu. Bundan 10.821 yıl önce de ikinci ve en korkunç savaş oldu. Bu savaş dünyanın çehresini değiştirdi ve Atlantis’in büyük bir kısmı sulara gömülerek yok oldu. Pozitif eğilimli Atlantisli gruplardan üçü felaketten önce kıtayı terk etti, bunlar Tibet, Peru ve Türkiye dediğiniz ülkelerin dağlık bölgelerine gittiler. (Sayfa: 143- 151)

Celse : 11 (28 Ocak 1981)

Soru- Güneşimizin bize göre tam ters yönünde olup da göremediğimiz bir gezegen var mı?
Ra- Güneşinizin size göre ters yönünde çok, ama çok soğuk bir gezegen var, fakat büyüklüğü istatistik bilgi kaynağı olmasına yeterli. Bu küreye aslında gezegen denmemesi gerekir, çünkü birinci yoğunluk derecesinde kilitlenip kalmıştır.

Soru- Bize Adolf Hitler’e ne olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ra- Adolf adıyla tanınan varlık şu anda kürenizin güç alanı içinde, orta yükseklikteki astral katlardan birinde şifa sürecindedir. Bu varlık büyük bir karmaşa içindeydi, fizik bedeninin yok oluşu anında titreşim düzeyinde meydana gelen değişikliğin farkında olmakla birlikte yine de çok ihtimama ihtiyacı vardı.

Soru- Tarihimizdeki tanınmış kişiler içinde, kendine hizmetin dördüncü yoğunluğuna ya da negatif tipte bir gezegene giden ya da gidecek olan var mı?
Ra- Bu şekilde hasat edilen varlıkların sayısı azdır, ama bunlardan az bir kısmı sekizinci düzeye erişebilmiştir. Sekizinci düzeye altıncı ve yedinciden geçilerek ulaşılabilir. Sekizinci ya da sonsuz zeka düzeyine ulaşmak, bir varlığın eğer isterse devre esnasında herhangi bir zaman ve yerde hasat edilebilmesine olanak sağlar. Bu tür varlıklardan birkaçı şunlardır: Taras Bulba, Cengiz Han ve Rasputin. Bu varlıkların üçü de sonsuz zekanın girişine ulaşmak için insanın çeşitli merkezlerindeki enerji akışını kullanabilme idrakine erişmişlerdir.
Taras Bulba ve Cengiz Han yeteneklerinin pek azını bilinçli olarak kullanırlardı, tüm güçleriyle tek bir konuya eğilmişlerdi, kendine hizmet! Giriş kapısına ulaşabilmek için kişisel güçlerini sonuna kadar zorlamışlardı. Ama Rasputin bilinçli bir ustaydı, kendine hizmet için hiçbir çabadan kaçınmazdı. Bu varlıklar şimdi dördüncü boyuttalar. Her biri, Bir’in Yasasının idrakinin (kendine hizmet yoluyla) arayışına tahsis edilmiş bir dördüncü yoğunluk gezegeni seçti. Biri Orion grubunda, biri Cassiopea grubunda, diğeri de Güney İstavrozu grubunda bulunuyor. Orion grubundaki Cengiz Handır, bu varlık şimdi hafif bir bedende enkarne olmuştur ve Haçlılar dediğimiz varlıklara eğitim vermektedir. Haçlılar, toplumsal bellek kazanma aşamasına ulaşamamış varlıkları fethetmek için gemileriyle evrende dolaşırlar.

Soru- Bazı bilim adamları bilgileri telepati yoluyla mı alıyor? Nükleer enerjiyi böyle mi aldık? Nikola Tesla’nın bilgilerini nereden aldığını söyler misiniz?
Ra- Orion grubu kendine hizmet uygulamasıyla ilgili bilgiler iletebilir, bu bilgiler teknik de olabilir. Öte yandan bazı Konfederasyon üyeleri de başkalarına hizmet yolunda bu gezegene teknik bilgiler getirmişlerdir. Pozitif eğilimli bilim adamları negatif eğilimlilerin sebep olacağı zararları ortadan kaldıracak bilgileri nasıl alıyorsa, bunun tersi de pekala mümkündür. Nükleer enerji hem pozitif hem de negatif yönelimlerin bir karışımıydı, bilim adamlarınızın bir araya gelmesini sağlayan varlıklar karışık eğilimlere sahiptiler.
Nikola Tesla adıyla bilinen varlık bilgilerini Konfederasyon kaynaklarından alıyordu. Bu kaynaklar son derece pozitif eğilimli, sizin deyiminizle melek gibi bir varlığın diğer insanların hayatını kolaylaştıracak şeyler yapması için ona yardım ettiler. Ama ne yazık ki birçok gezgin gibi üçüncü yoğunluk derecesinin titreşimsel sapmaları bu varlığın da hemcinslerini algılayışını son derece saptırmış ve bozmuştu. Bu yüzden görevini tam anlamıyla yerine getiremedi ve amaçlarından saptı. Nikola adlı varlığın en çok istediği şey tüm varlıkları karanlıktan kurtarmaktı. Gezegenin sonsuz enerjisini aydınlanma ve güç sağlamada kullanmaya çalıştı, eğer başarılı olsaydı insanlar artık enerjiye para ödemeyeceklerdi. Daha önemlisi, enerjinin kolayca sağlanmasının kazandıracağı boş zaman insanın varlık sebebini araştırmak için kullanılacaktı. Gün doğumundan gün batımına kadar çalışan insanlardan pek azı Bir’in Yasasını bilinçli şekilde düşünebilir!
Sanayi devrimi de bu amaçla planlanmıştı. Gezginler birkaç dalga halinde bedenlendiler. Amaçları insanları yavaş yavaş gündelik yaşamın taleplerinden kurtarmak ve boş vakit yaratmaktı. (Sayfa: 153- 161)

Celse : 12 (28 Ocak 1981)

Soru-
Şu anda Dünyada faaliyette bulunan Orionlu ya da Konfederasyonlu varlık var mı?
Ra- Bu zaman diliminde her iki gruptan hiç kimse aranızda bulunmuyor. Ama Orionlu Haçlılar kendi düşüncelerini yaymak için iki tür varlık kullanırlar. Birincisi düşünce formlarıdır, ikincisi ise bir tür robottur. Robotlar yapay varlıklardır, aranızdan herhangi bir varlığa benzeyebilirler. “Siyahlı Adamlar” diye bildikleriniz sözünü ettiğimiz robotlar değildir, çünkü Siyahlı Adamlar düşünce formu tipinde varlıklardır. Onlara belli fiziksel özellikler de verilmiştir, ama titreşimsel yapıları üçüncü yoğunluk derecesinin özelliklerini taşımaz, bu yüzden gerektiğinde materyalize ve demateryalize olabilirler. Siyahlı Adamları kullananlar da Orionlu Haçlılardır.

Soru- Gezginlerden söz ettiniz, kimdir bu gezginler, nereden geliyorlar ?
Ra- Bir toplumsal bellek bileşimi hedefinin ne olduğunu tümüyle idrak ettiğinde ve amacının başkalarına hizmet olduğunun bilincine vardığında yardım isteyen her varlığa elini uzatır. Dert Ortakları ya da Keder Kardeşleri diyebileceğiniz bu varlıklar sonsuz yaratılışın her köşesinden hizmet etmek amacıyla bir araya gelmişlerdir.
Bu dönemde yaklaşık 65 milyon gezgin dünyanızda enkarne olmuş vaziyettedir. Hasata yardımcı olmak, gezegenin titreşimini hafifletebilmek için buradalar. Gezginlerin pek azı dördüncü, büyük çoğunluğu ise altıncı yoğunluk derecesindendir. Hizmet arzuları, delice cesaret ya da kahramanlık diyebileceğiniz türdendir. Gezgin olmanın zorluğu şuradadır. Gezgin bedene girince görevini unutup olaylara karmik anlamda karışabilir, dünyanın girdabına kapılabilir. Diğer varlıklarla ilişkilerinde bilinçli bir sevgisizlikle hareket eden bir gezgin olaylara karmik anlamda karışmış demektir. Gezginlerin hepsinde bir çeşit sakatlık, sıkıntı ya da şiddetli bir yabancılaşma ve uyumsuzluk duygusu vardır. Gezegensel titreşimlere kişilik bozukluğu ve bedensel rahatsızlık şeklinde tepki gösterirler. Bu bazen alerji şeklinde kendini açığa vurur. (Sayfa: 167- 170)

Celse : 13 (29 Ocak 1981)

Soru-
En başından başlayarak yaratılışın nasıl meydana geldiğini anlatabilir misiniz?
Ra- Yaratılışta ilk bilinen şey sonsuzluktu, sonsuzluk yaratılıştır. Sonra sonsuzluk bilinçlendi ve farkındalık başladı, ikinci adım budur. Farkındalık, sonsuzluğun sonsuz enerji üzerine odaklanmasını sağladı, siz buna Logos (Kelam, evrenin düzeni) ya da Sevgi diyorsunuz. Yaradan, sonsuzluğun bilinçli bir prensip olarak odaklanmasıdır, biz buna sonsuz zeka ya da zeki sonsuzluk diyoruz.
Bir sonraki adım illüzyonunuzdaki bu uzay/zaman (madde) aşamasında hala evrimini sürdürmektedir. Bu adım Bir’in Yasasının temel sapmalarından birini, yani özgür iradeyi izleyerek yaratıcı prensibe verilen sonsuz tepkidir, böylece sonsuz sayıdaki boyut olasılık kazanır. Enerji önce sonsuz zekadan yaratıcı gücün rastgele fışkırışı şeklinde akar, sonra holografik tezahürler (tüm yaratılış) şeklinde ortaya çıkan düzenler meydana getirir.
Bu enerji kümeleri daha sonra kendi yerel ritimlerini ve enerji alanlarını düzenlemeye başlarlar, böylece boyutlar ve evrenler yaratılır.
Sonsuz zekanın yaratıcı prensibinden fışkıran çeşitli enerjiler bireyselleşerek birlikte yaratan haline gelene dek gittikçe zekileşen düzenler halinde dolaşıp durdular. İşte madde böyle oluştu. Bu büyük düşünce sıçramasını kavrayabilmek için ışık kavramını anlamak gerekir, çünkü sonsuzluğun bu titreşimsel sapması madde olarak bilinen şeyin yapı taşıdır. Yaratıcı prensibin çağrısına uyan sonsuz zekanın ilk temel sapması olan ışığın kendisi de zekidir ve enerji doludur.
Bu sevgi ışığı belirli özelliklerle var edilmişti, bunlar arasında paradoksal biçimde sonsuz bütünlük de vardı. İşte bu paradoks, güneş sistemleri, galaksiler ve gezegenler olarak bildiğiniz çeşitli illüzyonların biçimlerinden sorumludur.

Soru- Sonsuz zekanın kendinden soyutlanarak nasıl bireyselleştiğini anlatabilir misiniz?
Ra- Sonsuz zeka bir kavramı ayırt etti (sezdi, idrak etti). Bu kavram farkındalık özgür iradesiydi, bu kavram sonluluktu. Bu Bir’in Yasasının ilk temel paradoksu ya da sapmasıydı. Böylece sonsuz zeka kendini çokluğun keşfedilmesine tahsis etti. Sonsuz zekanın olanakları sınırsız olduğu için çokluğun da sonu yoktur. O halde bu keşif de sonsuz bir “şimdi”de sonsuza kadar devam etmekte özgür olacaktır.

Soru- İçinde bulunduğumuz galaksi sonsuz zeka tarafından mı, yoksa onun bir bölümü tarafından mı yaratıldı?
Ra- Galaksi olsun, farkında olduğunuz diğer maddi varlıklar olsun, hepsi sonsuz zekanın bireyselleşmiş bölümleri tarafından yaratılmıştır. Her keşif işe başladığında kendi odak noktasını buldu ve birlikte-yaratan durumuna geldi. Her bireyselleşmiş bölüm sonsuz zekayı kullanarak ayrı bir evren yarattı. Özgür seçim, evrendeki sonsuz olanaklar tayfıyla oynayarak sevgi/ışığın zeki enerjiye ulaşması için bir kanal oldu, böylece kendi evreninin doğal yasalarını yarattı.
Her evren aynı şekilde bireyselleşerek ve birlikte-yaratan olmaya odaklanarak daha ileri çeşitliliklere izin verdi, böylece doğal yasaların bir güneş sisteminin titreşimsel düzeninde belirmesine neden olan daha zeki enerjiler yarattı, sonunda her güneş sisteminin illüzyoni doğal yasaları oluştu. Şunu iyi bilmelisiniz ki her bölüm ne kadar küçük olursa olsun, hangi yoğunluk derecesine ya da illüzyoni düzene (madde alemine) ait olursa olsun, bir hologramda olduğu gibi Tek Yaradanı, yani sonsuzluğu içinde taşır. Böylece her şey gizemle başlar, gizemle biter.

Soru- Benim merak ettiğim, içinde bulunduğumuz sistemin tümünün aynı anda yaratılıp yaratılmadığı. Öyle mi oldu, yoksa önce güneş sonra gezegenler mi yaratıldı?
Ra- Sizin aleminizde süreç büyükten küçüğe doğru gelişir. Bunun için birlikte-yaratan galaksinin niteliklerinde birleşecek yeni enerji kalıpları yarattı, bu kalıplar daha sonra sonsuz zekanın bilinci içinde yeni odaklara doğru yöneldiler. Birçok yeni odaklaşma oldu, yani içinde bulunduğunuz güneş sisteminin kendi kalıpları, düzeni, ritmi ve kendine has doğal yasaları vardır. Ama gelişim galaksinin spiral enerjisinden güneş sisteminin spiral enerjisine, oradan gezegenin spiral enerjisine, oradan da gezegendeki varlıkların birinci yoğunluk derecesi bilincinin farkındalığını başlatacak deneyim koşullarının spiral enerjisine doğru olur.

Soru- Gezegensel varlıkların bu ilk yoğunluk derecesini anlatabilir misiniz?
Ra- Her adım farkındalığın keşfi içindeki sonsuz zekayı özetler. Gezegensel bir çevrede ise her şey kaos dediğiniz biçimde başlar. Enerji, sonsuzluk içinde yönlendirilmemiş ve rastgeledir. İdrakiniz çerçevesinde yavaş yavaş diyeceğimiz bir hızla kendinin farkında olma odağı oluşmaya başlar, böylece Logos hareket eder. Işık birlikte-yaratanın kalıplarına ve titreşimsel ritimlerine göre karanlığı biçimlendirmek için gelir ve belirli tipte bir deneyim oluşturmaya başlar. Deneyim bir bilinç yoğunluğu olan birinci yoğunluk derecesiyle başlar. Gezegensel mineral ve su yaşamı, ateş ve rüzgardan var olmanın farkındalığını öğrenir. Bu birinci yoğunluk derecesidir.

Soru- Birinci yoğunluk derecesi nasıl daha ileri bir farkındalığa geçer?
Ra- Işık dediğiniz şeyin karakteristik özelliği olan spiral enerji, düz çizgide ilerleyen bir spiral şeklinde hareket eder, böylece kendini oluşturan spirallere yukarıya doğru, daha geniş idrakli bir var oluşa doğru kaçınılmaz bir hareket verir. Böylece birinci boyutun varlığı ikinci yoğunluk derecesine ve onun derslerine geçmek için çabalar. Dersler artık çözülmek, yok olmak ya da rastgele değişime uğramak yerine evrimleşmeyi içeren tipte bir farkındalığı öğretirler.

Soru- Biz birinci ve ikinci yoğunluk derecesindeki varlıkları görebilir miyiz? İkinci yoğunluk derecesindeki varlık nasıl evrimleşip üçüncü dereceye geçiyor?
Ra- Eğer dördüncüden yedinciye kadar olan yoğunluk dereceleri kendi özgür tercihleriyle görünmez olmayı seçmezlerse, yoğunluk derecelerinizin tüm oktavını açıkça görebilirsiniz.
İkinci yoğunluk derecesi, kendinin farkında olma yoğunluğu olan üçüncü dereceye geçmek için çabalar. Bu çaba, üçüncü yoğunluk derecesi varlıkları tarafından bir kimlik verilerek yatırım yapılan (insanın bir hayvana isim takıp ona bakması) gelişmiş ikinci yoğunluk derecesi varlıkları tarafından gösterilir. Bu varlıklar kendilerine verilen kimlik vasıtasıyla kendinin farkında olan akıl, beden bileşimi haline gelirler ve böylece akıl, beden, ruh bileşimi olurlar. Bu yolla üçüncü yoğunluk derecesine, yani ruhun bilincinin ilk yoğunluk derecesine geçerler.

Soru- Şu anda gezegenimizin yoğunluk derecesi nedir?
Ra- Dünyanız üzerindeki akıl, beden, ruh bileşimi varlıklar açısından üçüncü yoğunluk derecesinde bulunuyor, ama gezegenin kendisi dördüncü yoğunluk derecesine ait bir uzay/zaman (madde) sürekliliğine girmiştir. Bu da oldukça güç bir hasat yapılmasına neden oluyor. Dördüncü yoğunluk derecesinin yaklaşması bir saatin vuruşları kadar düzenlidir. Güneş sisteminiz dünyanızın farklı bir titreşimsel spiral çizmesine olanak sağlamıştır, ama insanların düşünce formları bu yönelimi pek desteklemiyor. Bu yüzden öyle bir hasat olacak ki, çoğunuz üçüncü yoğunluk devresini tekrarlamak zorunda kalacaksınız. Gezginlerinizin, öğretmen ve üstatlarınızın tüm enerjisi şu anda hasatı çoğaltmak üzerinde toplanmıştır, ama hasat edilecek pek az varlık var! (Sayfa: 172- 180)

Celse : 14 (29 Ocak 1981)

Soru- 75 bin yıl boyunca dünyada neler olduğunu sadece önemli gelişme noktalarına değinerek anlatabilir misiniz? Bu sürecin hangi noktalarında dünyayla temasa geçildi?
Ra- İnsanlığa yardım için ilk girişim 75 bin yıl önce yapıldı. İkinci yardım girişimi yaklaşık olarak 58 bin yıl önce Mu Uygarlığına yapıldı ve uzun bir süre boyunca devam etti. Bundan sonraki yardım uzun bir aradan sonra bundan 13 bin yıl önce Atlantise yapıldı. Bu girişimde şifa yöntemlerine ve kristallerle yapılan çalışmalara ait bilgiler sunuldu. Bundan sonraki girişim 11 bin yıl önce Mısır dediğiniz yere yapıldı. Bizimle birlikte gelen varlıklar Güney Amerika’daki bazı toplumlara yardım etmek için 3.500 yıl sonra geri döndüler, ama bu kentlerdeki piramitler amaçlarına uygun olarak kullanılmadılar. 3 bin yıl önce Güney Amerika’ya bir iniş daha yapıldı ve 2.300 yıl önce Mısır’daki insanlara yardım amacıyla birkaç girişimde daha bulunuldu. Devrenin geri kalan kısmı boyunca beşinci yoğunluk derecenizden hiç ayrılmadık. Şu anda da hasata hazırlık için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Soru- Piramitlerin dünyanın çevresinde bir halka oluşturacak şekilde inşa edildiklerini söylemiştiniz, kaç adet piramit yapıldı?
Ra- Dünyanın birçok güç alanı vardır, bunları geometrik olarak dengeli bir ağ olarak düşünün. Enerjiler manyetik olarak saptanmış belli noktalardan dünya katlarına akarlar. Düşünce formu sapmalarından dolayı gezegenin dengesizlik eğiliminde olduğu görülmüş, dengeleyici piramitler enerjiyi uygun şekilde çekebilsin diye dengeyi sağlayacak kristallerle yüklenmişlerdi.
Dengeleme piramitleri kişilerin inisiyasyonu için kullanılabilirler, kullanılmışlardır da. Ama bu piramitler aynı zamanda gezegenin enerji ağını dengelemek için de kullanılmıştır. Diğer piramitlerse gezegeni değil sadece insanları şifaya kavuşturacak şekilde yerleştirilmişlerdi. Dengeleme piramitlerinin amaçlarından biri de insan ömrünün uzatılmasıdır, bu yolla insanlar her enkarnasyonda bedenlerinde daha fazla kalarak Bir’in Yasaları hakkında daha fazla bilgelik kazanabileceklerdi.

Soru- George van Tassel batı çöllerinde adına “integratron” denen bir makine yaptı. Bu makine insanın yaşam süresini uzatmak için mi kullanılacak?
Ra- Bu makine henüz tamamlanmamıştır, sözünü ettiğiniz amaçla fonksiyon yapamaz. Zaten hasat zamanı gelmiş, artık daha uzun bir ömür sağlamak için çabalamanın anlamı kalmamıştır. Şimdi varlığın ruhsallığını aramak için göstereceği çabalar yüreklendirilmelidir, çünkü mor ışının enerji alanına giren her varlığın hasat edilmesi kolaylaşacaktır.

Soru- 75 bin yıllık devrenin en başına dönersek, başlangıçtan 25 bin yıl sonra, yani bundan 50 bin yıl evvel bir hasat olmuştu. Bu sırada kaç varlığın hasat edildiğini söyleyebilir misiniz?
Ra- Hiçbir varlık hasat edilemedi. Ancak ikinci devrenin sonuna doğru bir hasat başladı, çünkü bazı bireyler sonsuz zekaya açılan kapıyı bulmuşlardı. O zaman yapılan hasat az sayıda varlığı kapsadı, ama hasat edilenler ana devreyi tekrarlayan varlıklara hizmet etme konusunda büyük bir istek taşıyorlardı. İstedikleri an bu katı terk edebilecekleri halde üçüncü yoğunluk derecesinde kalmayı seçtiler. Bu yüzden hasat yapılamadı.

Soru- Ra hangi yoğunluk derecesindedir?
Ra- Ben altıncı yoğunluk derecesindeyim, yedinciye doğru güçlü bir çaba içindeyim. Bizim hasadımız 2,5 milyon yıl içinde yapılacak, amacımız bu hasada hazırlanmaktır. Bizim bir devremiz 75 milyon yıla eşittir. (Sayfa: 182-189)

Celse : 15 (30 Ocak 1981)

Soru-
Bu gezegende neden çabuk yaşlanıyoruz?
Ra- Çabuk yaşlanmanız, gezegenin enerji alanının eterik bölümündeki alıcı ağ bileşiminde süregelen bir dengesizlikten kaynaklanıyor. İnsanlarınızın düşünce formu sapmaları bu enerji kalıpları ağına, yani gezegenin manyetik atmosferine giren enerji akımlarını öylesine etkilemektedir ki, bu akımlar var oluş oktavının kozmik düzeyinden gelen dengeli ışık/sevgi titreşimleriyle doğru dürüst dolamamaktadır. Mükemmel bir dengeye kavuşan varlık yaşlanmaz, ama yaşamaktan usanır, eğer derslerini öğrenmişse hemen dünyayı terk eder. İdrak ne kadar geç gelirse beden o denli çabuk bozulur. Sonsuz olanı gözünüzde canlandırmaya çalışın, canlandıramazsınız. Sevgi ışığı yaratır, sevgi ışık olur ve elektromanyetik ağın giriş kapılarından gezegene akar, birey de bu akıştan tıpkı gezegen gibi yararlanır.

Soru- Birey kendini nasıl dengeleyebilir, ilk adım nedir?
Ra- Sadece tek bir adım vardır, akıl, beden, ruh bileşimini oluşturan enerji merkezlerini anlamak. Bu anlayış kısaca şöyle özetlenebilir. İlk dengeleme Malkuth ya da dünyanın kırmızı-ışın bileşimi denen enerji bileşimine aittir. Bu enerjiyi anlamak ve kabul etmek temeli oluşturur. Tıkanabilecek ikinci enerji bileşimi, turuncu-ışın bileşimi de denen duygusal ya da kişisel bileşimdir. Bu tıkanma kendini çoğunlukla kişisel gariplikler, yabansılıklar ya da benliğin utangaçlığıyla ilgili sapmalar şeklinde gösterir.
Üçüncü tıkanma ego adını verdiğiniz şeye çok benzer. Bu sarı-ışın ya da güneş sinirağı (karın boşluğu) merkezidir. Buradaki tıkanıklıklar çoğu kez güç kullanma, başkalarını yönetme ve diğer insanlarla ilgili sosyal davranış bozuklukları şeklinde ortaya çıkar. Bu ilk üç enerji merkezinde ya da giriş kapılarında tıkanıklık olanlar Bir’in Yasasını arama yeteneği açısından sürekli zorluklarla karşılaşırlar. Kalp merkezi ya da yeşil-ışın merkezi, üçüncü yoğunluk derecesi varlıklarının sonsuz zekaya atlama yapabilecekleri bir başlangıç noktasıdır. Bu bölgedeki tıkanıklıklar, evrensel sevgi, şefkat ve merhameti tezahür ettirme konusunda güçlük olarak tezahür ederler.
Mavi-ışın enerji merkeziyse hem içeri hem de dışarı doğru enerji akımı olan ilk merkezdir. Bu bölgede tıkanıklık varsa, kişi varlığının ruh, akıl bileşimini anlamada ve kendiyle ilgili bu türdeki anlayışları ifade etmede güçlük çeker. Bu bölgede tıkanıklık yaşayan varlıklar başka varlıklardan gelecek iletişimi kabul etmede zorlanırlar.
Bir sonraki merkez epifiz ya da çivit rengi-ışın merkezidir. Bu merkezi tıkalı olanlar, değersizlik şeklinde ortaya çıkan tezahürler yüzünden zeki enerji akımının azalmasıyla karşı karşıya kalırlar. Gördüğünüz gibi akıl, beden, ruh bileşimine birçok noktadan enerji akışı olduğu için yukarda belirtilen bozukluk bunlardan sadece biriyle ilgilidir. Çivit rengi-ışın dengelemesi ruhsal bileşimle ilgili çalışmalar için çok önemlidir. Bu merkez zeki enerjiden gelen en az saptırılmış sevgi/ışık akımını alan enerji merkezi olduğu için üçüncüden dördüncü yoğunluk derecesine geçerken kendi akımını meydana getirir. Aynı merkez sonsuz zekaya ulaştıracak kapıları açan anahtara ulaşma potansiyeli de taşır.
Enerji akımının son merkezi ise varlığın akıl, beden, ruh bileşiminin bir bütün olarak ifade edilmesinden ibarettir. Bu enerji düzeyinde artık dengeli ya da dengesiz tanımı bir anlam ifade etmez, çünkü bu merkez kendi dengesini kurar. Buradaki sapma ne olursa olsun diğer merkezler gibi yönetilemez, bu yüzden varlığın dengesinin gözden geçirilmesinde bir önem taşımaz.

Soru- İlk sapmanın özgür irade sapması olduğunu söylediniz. Bir’in Yasası bir sıra mı izliyor, yani birinci ikinci ve üçüncü sapmalar mı var?
Ra- Bir noktaya kadar dediğiniz doğrudur, o noktadan sonra sapmaların çokluğu birbirine eşittir. İlk sapma, yani özgür irade bir odak bulur, bu odak Logos dediğiniz şeydir, yani Yaratıcı Prensip ya da sevgidir. Bu zeki enerji de ışık diye bilinen sapmayı yaratır. Bu üç sapmadan pek çok sapma hiyerarşileri ortaya çıkar. Bunların her birinin de sentez yoluyla birleştirilecek kendi paradoksları vardır ve hiçbirinin diğerinden daha önemli olduğu söylenemez.

Soru- Işık/sevgi ile sevgi/ışık arasında bir fark var mı?
Ra- Sevgi/ışık güçtür, enerji verendir, muktedir kılandır. Işık/sevgi ise ışığın sevginin etkisinde kalmasından doğan tezahürdür. (Sayfa: 194- 202)

Celse : 16 (31 Ocak 1981)

Soru- Başkalarına hizmet eğilimli ve kendine hizmet eğilimli varlıkların hasadı ayrı ayrı mı yapılıyor?
Ra- Hayır, tek bir hasat vardır. Titreşimsel düzeyde dördüncü yoğunluk derecesine geçen varlıklar Yaradanı nasıl arayacaklarını kendileri tayin ederler. Dördüncü yoğunlukta bir bölünme olur, varlıkların bir kısmı başkalarına hizmetin esas olduğu gezegenlere, bir kısmı da kendine hizmetin esas olduğu gezegenlere giderler.

Soru- Bana “On Emir”in kaynağını açıklayabilir misiniz?
Ra- On Emir, bazı negatif varlıkların pozitif eğilimli varlıklara onları zorlayıcı tarzda bazı bilgiler vermesinden kaynaklanmıştır. Söz konusu bilgiler aslında negatif özellikler taşıdıkları halde pozitif eğilimleri taklit etme çabası içindeydiler. Bunu Orion grubu yapmıştı, onların amaçları fethetmek ve köleleştirmektir. Bunu da seçkin bir sınıf oluşturarak yaparlar.
Emirlerin verildiği varlık (Musa) aslında son derece pozitif bir varlıktı, bu da gelen emirlerin neden pozitifmiş gibi göründüğünü açıklıyor. Diğer başarısız temaslarda olduğu gibi bu varlık da (Musa) Bir’in felsefesinin inanılırlığını uzun süre koruyamadı. Bir’in Yasasını somutlaştırmaya ve kabilesini özgürleştirmeye giriştiğinde sahip olduğu onur ve inancı yitirip kederli bir halde bu dünyadan ayrıldı.

Soru- Musa pozitif eğilimli bir varlıksa Orion grubu onunla nasıl temas kurabildi?
Ra- O günler, pozitif eğilimli Konfederasyon güçleriyle negatif eğilimli varlıklar arasında yoğun bir savaşın yaşandığı günlerdi ve Musa etki altında kalmaya uygun bir varlıktı. Bir’in Yasası ona en sade şekliyle verilmişti, ancak halkının mucizeler yapması için ona uyguladığı baskılar sonucunda bu bilgiler negatif bir eğilim kazandılar. Bu da onu kendine hizmet özellikleri taşıyan bilgi ve felsefeye açık hale getirdi.

Soru- Toplumsal bellek bileşiminizin Bir’in Yasasını öğrenme çizgisini anlatır mısınız?
Ra- Bizim öğrenme çizgimiz an’a kazınmıştır, bu yüzden onun tarihi yoktur. Zihninizde bir var oluş çemberi canlandırın, biz alfa ve omegayı sonsuz zeka olarak anlarız. Çember asla yok olmaz, hep vardır. Çemberin farklı noktalarında katettiğimiz yoğunluklar devrelerin özelliklerine uygundur. Birincisi farkındalık devresidir. İkincisi evrim devresidir. Üçüncüsü kendini fark etme (benlik bilinci) devresidir. Dördüncüsü sevgi ya da idrak devresidir. Beşincisi ışık ya da bilgelik devresidir. Altıncısı ışık/sevgi, sevgi/ışık ya da bilgelik devresidir. Yedincisi geçit (giriş) devresidir. Sekizincisi ise oktavdır. Oktav, bizim de derinliklerini bilmediğimiz bir gizemdir.

Soru- Daha önce Konfederasyondan aldığımız bilgilerde bir geçmiş ve geleceğin bulunmadığı, her şeyin an’dan ibaret olduğu söylenmişti. Bunu siz de doğruluyor musunuz?
Ra- Üçüncü yoğunluk derecesinde geçmiş, şimdi ve gelecek vardır. Madde sürekliliğinin dışına çıkmış varlık daha geniş bir bakış açısıyla sadece şimdiki an’ın var olduğunu görebilir. Bizler bu idrake varmaya çalışıyoruz. Yedinci boyutta eğer mütevazi çabalarımız yeterli olursa biz de her şeyle bir olacağız. O zaman artık ne belleğimiz, ne kimliğimiz, ne geçmişimiz, ne de geleceğimiz olacak! Bütünün içinde var olacağız, farkındalığımız artık bizim değil Yaradan’ın farkındalığı olacak.

Soru- Hangi yoğunluk derecesinde Bir’in Yasasının bilinçli fark edilmesi vazgeçilmez koşuldur? Ayrıca dördüncü yoğunluk derecesinin ne olduğunu anlatır mısınız?
Ra- Beşinci yoğunluk derecesinin hasadını, Bir’in Yasasının onur ve görevini bilinçli olarak kabul edecek varlıklar oluşturur. Bu titreşim derecesinin temeli sorumluluk ve onurdur. Her sorumluluk bir onurdur ve her onur bir sorumluluktur.
Dördüncü yoğunluk derecesinde özel olarak tercih edilmedikçe sözcükler kullanılmaz. Bedenler ağır kimyasal maddelerden oluşmazlar. Varlık orda kendisiyle ya da diğer varlıklarla uyumsuzluğa düşmez. İki ayağı üzerinde duran varlıkların bulunduğu bir yaşam katıdır. Bu katta insan diğer benliklerinin, düşüncelerinin ve titreşimlerinin farkındadır. Üçüncü kata ait ıstıraplar idrak edilir, onlara şefkat ve merhametle yaklaşılır. Bilgeliğe ve ışığa ulaşmaya çaba gösterilir. Her ne kadar bireysel farklılıklar varsa da, grubun ortak tutumuyla bu farklılıklar otomatik olarak uyumlu kılınır. (Sayfa: 208- 218)

Celse : 17 (3 Şubat 1981)

Soru- Nasıralı İsa burada enkarne olmadan önce Konfederasyonda mı bulunuyordu?
Ra- Nasıralı İsa diye bildiğiniz varlığın adı yoktu. Bu varlık dördüncü yoğunluk derecesinin en yüksek alt-oktavının bir üyesiydi, beşinci dereceye geçmek üzere olan bir varlıktı, fakat üçüncü yoğunluk derecesine geri dönmeyi seçti. Sevgi titreşimlerini mümkün olan en saf şekliyle paylaşabilmek için bu gezegene gelmeyi arzu ediyordu, kendisine bu görevi yerine getirmesi için izin verildi. Sonuç olarak bu varlık, idrak ya da sevgi titreşimini temsil eden dördüncü yoğunluğa ait Konfederasyonlu bir gezgin’di.

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesinde olmasına rağmen İsa’yı böylesine büyük bir şifacı yapan yetenek neydi?
Ra- İsa bu yeteneği çok gençken doğal bir hatırlama süreciyle öğrendi. Bu varlık ne yazık ki sonsuz zekaya nüfuz edebilme yeteneğini bir oyun arkadaşına kızdığı sırada keşfetti. Arkadaşı, İsa kendine dokunduğu için ölümcül bir yara almıştı, böylece kendinde korkunç bir güç bulunduğunu anladı, bu enerjiyi iyilik yapmak için nasıl kullanacağını keşfetmeye kararlıydı. Son derece pozitif eğilimliydi ve birçok gezginden daha fazla şey hatırlıyordu.
Bu talihsiz olayın heyecanıyla harekete geçti ve ömür boyu sürecek bir araştırmaya girişti. Yahudilik dediğiniz dinin kalıpları üzerinde gece gündüz çalıştı ve çok genç yaşta haham olacak kadar bilgi edindi. 13,5 yaşındayken ailesini terk etti ve bilgi edinmek üzere geziye çıktı. Bu 25 yaşına kadar sürdü, sonunda baba ocağına dönerek marangozluk yapmaya başladı. Tüm deneyimlerini sindirmeyi ve sentezlemeyi öğrendikten sonra bildiklerini çevresindekilere anlatmaya başladı. Yaşamının son anlarında haç dediğiniz nesne üzerindeyken şunları söyleyerek başka bir benliği yok etmekten doğan karmik borcundan affedildi: “Baba onları affet, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.” Eğer affederseniz eylem çarkını ya da karmayı durdurursunuz. Bu varlık şu anda beşinci yoğunluk derecesindedir.

Soru- Bizim kültürümüzde İsa’nın geri geleceğine inanılır, böyle bir şey gerçekten planlanmış mıdır?
Ra- İsa adını verdiğiniz özel akıl, beden, ruh bileşimi, bir varlık olarak geri dönmeyecek, ancak Konfederasyon üyesi olarak bir medyum kanalıyla sizinle temasa geçecektir. Ama aynı bilinç özelliklerini taşıyan başka varlıklar da vardır, onlar dördüncü yoğunluk derecesine girenleri karşılayacaklardır, geri dönüşün anlamı budur.

Soru- Taras Bulba, Cengiz Han ve Rasputin nasıl oldu da daha hasat zamanı gelmeden hasat edildiler?
Ra- Sonsuz zekaya giden kapıyı bilinçli olarak açan varlıklar üçüncü yoğunluk derecesini ne şekilde terk edeceklerini seçme hakkına sahiptirler. Bu hakkı kazanmış negatif eğilimli varlıklar kendine hizmeti öğrenme ve öğretmeyi seçerler.

Soru- Hasat 2011 yılında mı yapılacak?
Ra- Bu tarih yaklaşıktır, hasat için olası bir zamandır. O zaman geldiğinde enkarne olmayanlar da hasata dahil edilecekler.

Soru- Devrenin sonuna doğru bu gezegende bedenlenecek varlıklar nasıl saptanıyor, yani enkarnasyonların dağıtımı nasıl yapılıyor?
Ra- Hasat edilme özelliklerini kazanabilmek için gerekli deneyimleri edinmek isteyen varlıklara öncelik verilir. Titreşimsel bir kıdemlilik vardır. Buna göre, hasat zamanını fark eden ve tüm varlığını bu hasatın gerektirdiği dersleri öğrenmeye adayan varlıkları cesaretlendirmek için onlara öncelik tanınır. (Sayfa: 225- 237)

Celse : 18 (4 Şubat 1981)

Soru- Dünyadaki birçok mistik gelenek nirvanaya ya da aydınlanmaya ulaşmak için benliğin silinip yok edilmesi, maddi dünyaya önem verilmeyip yok sayılması gerektiğini düşünüyor. İnsanın evriminde benliğin rolü nedir?
Ra- Bu yoğunluk derecesinde varlığın yapması gereken şey istek duyduğu her şeyi deneyimlemesidir. Sonra da bu deneyimleri analiz etmek, anlamak, kabullenmek, içlerindeki sevgi/ışığı bulup çıkarmak ve süzmektir. Gereksiz olanlar zaten kendiliğinden çekip gidecek, isteğin analiz edilmesine bağlı olarak uyum oluşacaktır. Varlık kendini damıtılıp süzülmüş deneyimlerle donattıkça istekleri de giderek sevgi/ışığın bilinçli uygulamalarına yönelecektir. Biz herhangi bir isteğin bastırılmasını son derece sakıncalı buluyoruz. Ancak Bir’in Yasasına uygun olmayan istekler konusunda bu isteği maddi katta gerçekleştirmek yerine hayalini kurmayı öneriyoruz, böylece ana sapmaların başında gelen özgür iradeyi korumuş oluyoruz.
İstekleri bastırmanın pek akıllıca olmamasının nedeni, bu işlemin dengesiz bir eylem olması ve öte alemde dengelenmesinin zorluklar yaratmasıdır. Aslında bastırma, görünüşte bastırılmış şeye daha büyük bağımlılık oluşturacak bir ortam yaratır. Uygun zamanda yapılacak her şey kabul edilebilir niteliktedir. Herhangi bir sapma deneyimleyerek, kabul ederek ve paylaşarak Bir’in Yasasına daha uygun bir sapmaya dönüştürülebilir. Herhangi bir arzuyu göz ardı etmek ve bastırmak bir çeşit kestirmeden gitmektir. Kestirmeden gitmek yerine bu arzu anlaşılmalı ve kabul edilmelidir. Bu da sabır ister ve deneyimlerin şefkat ışığında analiz edilmesini gerektirir.

Soru- Yehova’nın dünyadaki insanlarla nasıl iletişim kurduğunu anlatabilir misiniz?
Ra- İlk iletişim genetik dediğiniz türdendi. İkinci iletişim dünyaya inerek ve bilinçte daha ileri genetik değişiklikler meydana getirilerek yapıldı. Üçüncü iletişim ise seçilmiş medyumlar aracılığıyla yapılan konuşmalardı. Genetik değişikliklerin bazıları klonlama yöntemi adını verdiğiniz sürece benziyordu. Bazı varlıklar Yehova görünümünde enkarne oldular. Bir başka genetik değişiklikte ise, cinsel ilişki türünden temaslarla varlıkların değişime uğratılması amaçlandı
Yehova grubu bundan 75 bin yıl önce Mars gezegenindeki varlıklar üzerinde klonlama çalışmaları yaptı. İkinci kez yaklaşık 3.600 yıl önce bir dizi temas yapıldı ve ilişki kuruldu. Bu da Orion grubunun bu uygarlıkta ortaya çıktığı tarihe rastlamaktadır. Bu arada Anak adı verilen varlıklara sizin madde bileşiminizde kullanılan yöntemlerle yeni genetik kodlar yerleştirildi, böylece organizmaları daha iri ve daha güçlü olacaktı. Ama deney başarısızlıkla sonuçlandı, çünkü istenen şeyler yaratılamadı. Meydana getirilen bu toplumsal bileşim Bir’in Yasasını özümsemek yerine seçkin bir sınıf yaratarak kendine hizmet etmeye başladı, bu da Orion grubunun ekmeğine yağ sürdü. Yehova Konfederasyon üyesiydi, ama yardım çabalarında bazı yanlışlar yaptı. (Sayfa: 238- 245)

Celse : 19 (8 Şubat 1981)

Soru- İkinci yoğunluk derecesi varlığı bizim hayvan adını verdiğimiz varlık mıdır?
Ra- Ruh kazanabilecek olan ikinci yoğunluk derecesi varlıkları üç tiptir. Birincisi hayvanlardır, en üstün ve hakim düzeyde olanlar bunlardır. İkincisi bitkiler, özellikle ağaç diye adlandırdıklarınızdır, bu varlıklar yeterince sevgi verip aldıklarında bireyselleşebilirler. Üçüncüsü minerallerdir. Bazen belli bir yöre ya da yer, kendisiyle ilişkide olan bir üçüncü yoğunluk derecesi varlığından aldığı ve karşılığında verdiği sevgi yoluyla bireyselleşme konusunda kudret kazanıp harekete geçebilir, bu en az görülen geçiş tipidir.
Sanıldığı gibi bu varlıklar ruh sahibi olmazlar, kendi varlıklarının her parçasında, hücresinde ya da atomunda mevcut zeki enerjinin farkına varırlar. Bu, kendine zaten verilmiş olanın farkındalığıdır. Kendini fark etme içten kaynaklanır, belli deneyimlerin idraki hücrenin, atomun ya da bilincin yukarı doğru spiraller çizerek yükselmesini sağlayan bir katalizör rolü oynar. Her varlıkta kendini idrak etmeye yönelik dayanılmaz bir çekim vardır.
Üçüncü dereceye yükselmiş bir ikinci yoğunluk varlığı insan kılığında enkarne olabilir. Bunun için her zaman genetik yönlendirme ve yardım gerekmez. Konfederasyonun şimdi size gönderdiğine benzer bazı kozmik yardımlar ikinci derecedeki varlıkların geçiş yapmasını sağlayabilir. Bu geçmişte de böyle olmuştur. (Sayfa: 248- 249)

Celse : 20 (9 Şubat 1981)

Soru-
Giderek artan sayıda ikinci yoğunluk derecesi varlığının üçüncü yoğunluk derecesine geçtiğini söylediniz. Yakın geçmişte buna bir örnek verebilir misiniz?
Ra- Üçüncü yoğunluk derecesi sırasında ikinci yoğunluk derecesinden mezun olmanın en çok görülen örneği evcil hayvanlardır. Hayvanla üçüncü yoğunluk derecesindeki varlık arasında gelişen bağın bireyselleştiren (ona kimlik kazandıran) etkileri hayvanın potansiyelini güçlü bir şekilde artırır. Böyle bir hayvan fizik bedeni yok olduktan sonra artık eski bilinç düzeyine dönmez. Bu şekilde değişim geçiren bir varlık (hayvan), üçüncü yoğunluk derecesi bilincinin en düşük şekliyle donanmış olarak geri döner. Kısaca, üçüncü yoğunluk derecesinin derslerini öğrenmeye çalışan bir insan olur!

Soru- 75 bin yıl önce, üçüncü yoğunluk derecesi yeni başladığında ortalama insan ömrü ne kadardı?
Ra- O zamanlar insan ömrü yaklaşık olarak 900 yıldı. Bu ömür yoğunluğun dersleriyle uyumlu olması için devre boyunca aynı kalacaktı. Fakat gezegeniniz ikinci ana devre sırasında insan ömrünü dramatik şekilde kısaltan bazı titreşimler geliştirdi. İlk ana devre sonunda, yani 50 bin yıl önce ortalama ömür bu yüzden yaklaşık olarak 700 yıla düştü. Bu tür kısalmaların nedeni, daima varlıklar arasındaki uyumsuz ilişkilerin yarattığı titreşimlerdir.

Soru- İlk 25 bin yıllık devre sonunda, yani 50 bin yıl önce negatif ya da pozitif anlamda hiçbir hasat yapılamadığı doğru mu?
Ra- Evet doğru. Orion grubu bu devre sırasında insanlara bilgi vermek için bir kez girişimde bulundu, ama bu bilgiler kutuplaşmaya giden yolu izlemek isteyen hiç kimseye ulaşamadı. Orionlular bilgi vermek için iki teknik kullandılar. Birincisi, düşünce aktarımı ki siz buna telepati diyorsunuz. İkincisi, belirli taşların büyük bir gücü telkin edecek şekilde düzenlenmesiydi. Bu taşlar Pasifik ve Orta Amerika’daki bazı heykeller ve kaya oluşumlarıdır. Paskalya Adalarındaki taştan oyulmuş kafalar da Orionlulara aittir.
Gözünüzün önüne kontrol edemedikleri güçlerin insafına terk edilmiş insanları getirin, güçle yüklenmiş bir heykel ya da kaya oluşumu, onu izleyenlerin özgür iradelerini etkileyebilir ve kontrol edilemeyen güce yöneltebilir. Bu taş kafalar düşünce yoluyla yapıldılar. Orionlular, heykellere bakacak insanların zihinlerinin derinliklerini tarayarak onlarda korku ve huşu duygusu uyandıracak imajların hangileri olduğunu saptadılar. Bu tür heykel ya da oluşumların hemen hepsi uzaktan düşünce yoluyla yapılmıştır. Pek azı daha sonra dünyanızdaki varlıklar tarafından taklit yoluyla yapıldı. Orionluların yaptığı başlar sizin zaman ölçünüzle 60 bin yıl öncesine aittir. Nazka düzlüğündeki çizgiler de güçle yüklenmiş bu tür yapıtlardandır.

Soru- Ama Nazka düzlüğündeki çizgilerin ancak havadan bakıldığında bir anlam ifade ettiğini biliyoruz. O devirdeki insanlar uçamadığına göre bu çizgilerden nasıl etkilenmiş olabilirler?
Ra- Şimdi bir düzlük olarak gördüğünüz bölge o zamanlar yer yer tepelerle kaplıydı. Bu tepelere çıkan insanlar şekilleri görebilme olanağına sahiptiler, ama zamanla rüzgarın ve hava koşullarının etkisiyle hem tepeler hem de söz konusu heybetli çizgiler aşındılar. Şu anda gördükleriniz eski çizgilerin silik kopyalarıdır. (Sayfa: 258- 270)

Celse : 24 (15 Şubat 1981)

Soru-
Atlantis uygarlığının uğradığı felaket hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Atlantislilere verilen bilgiler dövüşkenliğe yönelen faaliyetlerle sonuçlandı. Bu da sizin zaman ölçünüzle 10.821yıl önce meydana gelen ikinci Atlantis felaketini doğurdu. Gerek Atlantis’te yaşayan, gerekse ilk çarpışma sonunda Kuzey Afrika çöllerine göç eden varlıklardan pek çoğu dünya değiştirdi. Nükleer bomba dediğiniz bu silahların ve diğer kristal kökenli silahların etkisiyle dünyada değişiklikler meydana geldi. Bundan 9.600 yıl önce büyük kara kütlelerinin sulara gömülmesiyle son buldu. Mısır ve Güney Amerika’da bu derece yıkıcı olaylar meydana gelmese bile, sonunda Konsey de Koruyucular da kullandıkları yöntemlerin uygun olmadığını anladılar.

Soru- Konfederasyonun bir sonraki temasını yaratan koşulları anlatabilir misiniz?
Ra- Bundan yaklaşık 3.600 yıl önce Orion grubunun bir müdahalesi oldu. Düşünce ve davranışlarda meydana gelen negatif etkilerin artması, Orion grubunu kendilerini özel ve farklı hisseden varlıklar üzerinde çalışmaya teşvik etti.
Öte yandan Yehova olarak bildiğiniz Konfederasyonlu varlık, binlerce yıl önce batan Mu kıtasından göç edip Mısır’a ve başka yerlere yerleşen insanlar arasında genetik klonlama yöntemiyle bir işlem başlattı. İşte burada Orion grubu negatiflik tohumlarını ekeceği verimli toprağı buldu, her zaman olduğu gibi seçkin sınıfın, yani başkalarını yönetme hırsıyla dolu varlıkların üzerine oynadı. Yehova bu varlıklara karşı kendini sorumlu hissediyordu, ama Orionlular seçkin sınıfı yaratanın Yehova olduğu izlenimini vermeyi başardılar. O zaman Yehova etkileyici bir ses titreşimi haline dönüştü ve adsız bir varlık olarak, ama “O geliyor” imajını vererek pozitif eğilimli bir felsefe üretip dünyaya göndermeye başladı. Bu yaklaşık olarak 3.300 yıl öncesine rastlar. Böylece mahşer diye bilinen kavramın büyük bir bölümü oluşturulmuş oldu.

Soru- 3.600 yıl önce Orion grubu insanları etkilemek için ne gibi yöntemler kullandı?
Ra- Bu grubun ya da imparatorluğun o devirde göklerinizde bir temsilcisi vardı. Bu temsilci ateşten yapılmış gibiydi, ama gün boyunca bulutların arkasına gizleniyordu. Amaçları aracı görenlerin sorularından kurtulmak ve gemiyi insanların Yaradan kavramına uygun düşecek tarzda gizlemekti. Bilgiler insanlara düşünce formları kullanılarak aktarılıyor, bazen de ateşle olağanüstü mucizeler yapılıyordu. Orion imparatorluğundan gelenler 3 bin yıl önce varlıklarını sürdüremeyerek göklerinizden çekildiler. Peygamber ve kahin dediğiniz varlıklara karışık bilgiler verdiler ve kehanette bulunup kıyametten haber vermelerini sağladılar.
İmparatorluğun göklerinizden çekilme kararı almasına diaspora dediğiniz olay neden oldu. Hitap ettikleri insan kitleleri dünyanın dört bir yanına dağılmıştı. Zamanla yaban ellerde daha alçakgönüllü, daha onurlu, daha az kavgacı, Yaradanın sevgi ve şefkatinin daha çok farkında bir soy haline geldiler. Bu durumda Orion grubu artık onlardan eskisi kadar verim alamıyordu, bu yüzden çekilme kararı aldılar. (Sayfa: 299- 304)

Celse : 25 (16 Şubat 1981)

Soru- Orion grubu dünyayı terk ettikten sonra Konfederasyon bir ilerleme kaydedebildi mi?
Ra- Yüzyıllar boyunca Konfederasyon ve Orion grubu zaman/uzay (fizik ötesi) katlarınızın üstündeki katlarda planlar yaparak, ışıktan zırhlar kullanarak birbirleriyle savaştılar. Bu katlarda savaşlar oldu, hala da olmaya devam ediyor.
İmparatorluk çekildikten sonra dünyada bazı enerjiler harekete geçirildi, ama büyük ölçüde bir çağrıya yol açmadılar. Bu çağrılardan biri yaklaşık 2.600 yıl önce Yunanistan dediğiniz yerden geldi. Özellikle Tales ve Heraklit adlı varlıklar felsefeyi meslek edinmişlerdi. Perikles adlı varlığın idrakine de dikkatinizi çekmek isteriz. Bunlara Bir’in Yasasının bazı yönleriyle ilgili idrakler verildi. Konfederasyona, insanların beyinlerine bazı telepatik bilgiler aktarması için o devirde izin verilmişti.

Soru- Orion grubuyla Konfederasyon arasındaki savaşlardan söz ettiniz. Bu savaşlar nasıl yapıldı?
Ra- Orion grubunun zihin gücüyle, Konfederasyonun ışıkla silahlanmış güçleri karşı karşıya geldiler. Sonuç sizin deyiminizle beraberlik oldu. Ancak her iki tarafın enerjilerinde de bir miktar azalma meydana geldi, negatif enerji istediği doğrultuda yönlendiremediği, pozitif enerji ise verileni kabullenemediği için güç kaybına uğradı. Düşünce savaşı sizin savaş kavramınıza benzemez, Orion enerjisi yönetmek ister, Konfederasyon enerjisi ise kabullenicidir, yani pozitif enerjiyle değişime uğratabilmek için karşı tarafı sevgiye boğar. Ama Konfederasyon tamamen pozitif kalarak karşıt gücü yenemeyeceğinin farkındaydı, bu yüzden kabullenici tavır yerine savunmacı bir tavır izledi. Sonuçta her iki taraf da bir miktar enerji kaybına uğradı. Bu olayın tek yararlı sonucu dünyadaki enerjilerin dengelenmesi oldu, dengelenme ihtiyacı azalınca gezegenin yok olma olasılığı da azaldı.

Soru- Demek Konfederasyonun bir bölümü bu düşünce savaşıyla uğraşıyor, yüzde kaçı bu savaşa katılıyor?
Ra- Konfederasyonun yaptığı en zor iş bu savaştır, aynı anda en çok dört gezegensel varlıktan çatışmaya katılmaları istenir. Bunlar dördüncü yoğunluk derecesindeki varlıklardır, çünkü sizin yoğunluk dereceniz dışında savaştan kaçınma bilgeliğine sahip olmayan ve savaşı gerekli gören tek yoğunluk derecesi dördüncü yoğunluktur. Beşinci ve altıncı pozitif yoğunluk derecesindeki varlıklar bu savaşa katılmazlar. Bu yüzden dördüncü yoğunluk derecesindeki varlıkların kullanılması şarttır.

Soru- Ama Orion grubu beşinci ve altıncı yoğunluk derecesindeki varlıklarını kullanıyor değil mi?
Ra- Hayır kullanamaz. Beşinci yoğunluk derecesindeki negatif varlıklar da bu savaşa katılmazlar, çünkü beşinci yoğunluk derecesi ışık ya da bilgelik yoğunluğudur. Bu yoğunluktaki negatif kendine hizmet eğilimli varlık artık yüksek bir farkındalık ve bilgelik derecesine ulaşmış, bu tür faaliyetlerden vazgeçmiştir, son derece yoğun ve her şeyden arınmış durumdadır. Bu yüzden düşünce savaşları her iki tarafın dördüncü yoğunluk derecesi varlıkları tarafından yapılmak zorundadır. (Sayfa: 305- 309)

Celse : 26 (17 Şubat 1981)

Soru-
Şimdiki devrenin son 3 bin yılına girdik, acaba bu 3 bin yılda Bir’in Yasası tümüyle yazıya ve söze dökülerek kullanıma sunulmuş mudur? Başka bir kaynaktan bu yasa öğrenilebilir mi?
Ra- Bu yoğunluk derecesinde yasanın tümünü alabileceğiniz bir kaynak olması mümkün değildir. Ancak kutsal kitap olarak sunulmuş bazı kaynaklar bu yasayı içeren bölümlere sahiptir. Hem İncilde hem de Tevratta bu konuyla ilgili bölümler var, ancak Tevratta daha çok negatif etkilenmiş bölümler var!
Son 80 yıl içinde çok seyrek de olsa insanlarla iletişim kurulmuştur. Hasat yaklaştığı için dördüncü yoğunluk derecesinden pek çok iletişim kurulmuştur, bu iletişimler evrensel sevgi ve idrakle ilgilidir. Diğer öğretiler ise, ancak idraklerinin derinliği böylesine ileri bir iletişimi cezbeden ve buna layık olanlar için saklanmıştır.

Soru- Konfederasyon son devrenin son bölümünde dünyaya yardım programında bir değişiklik yaptı mı?
Ra- Bundan iki yüzyıl kadar önce, sürecin daha az farkında olanlar yerine ileri düzeyde öğrenme/öğretme amacıyla enkarne olan kıdemli varlıkların sayısında önemli bir artış oldu. Bu da iletişimi hızlandırmak için bize olanak sağladı. Aranıza gelen gezginler de yaklaşık bu süre içinde kendilerini göstermeye başladılar ve ilk defa özgür iradeyle ilgili düşünceler ortaya attılar, bu daha özel bilgilere sahip gezginlerin gelmeleri için şarttı. Düşünce daima eylemden önce gelmelidir. Thomas Jefferson ve Benjamin Franklin’i bu gezginler sınıfına sokabilirsiniz.

Soru- Yakın geçmişte, yani son 30- 40 yıl içinde ufo fenomeni ortaya çıktı. Bu faaliyetlerin son yıllarda artmasının sebebi nedir?
Ra- Konfederasyon kaynaklarının Albert Einstein’e sundukları bilgiler saptırılmış, tahrip araçları yapılmaya başlanmıştı. Bunun bir örneği Manhattan Projesi ve onun ürünüdür. Nikola Tesla adlı gezgin aracılığıyla sunulan bilgiler de tahrip ve yok etme amacıyla kullanılmak istenmiştir. Bunun örneği de Philadelphia Deneyi dediğiniz olaydır. Gezegeninize yardım amacıyla gönderilen bu bilgilerin saptırılmasıyla ortaya çıkan sapmaları dengelemek için bir girişim yapmak zorunda kaldık. Ufo fenomeniyle gizemli bir hava yarattık ve telepati yoluyla birçok mesaj gönderdik, böylece insanlar yapmakta oldukları şeylerin sonuçları üzerinde ciddi biçimde düşünmeye başladılar.
Öte yandan Konfederasyon nükleer enerji kullanıldığında ruhların bütünlüğünü korumak için tedbirler almış, bunda da başarılı olmuştur. Maddeyi enerjiye çevirmek için zeki enerji kullanıldığında öte aleme geçiş kesintiye uğramaktadır. İşte bu yüzden dünyadan öte aleme geçişte ruhların bütünlüğünü korumak zorundayız. Radyasyon yüzünden değil, açığa çıkan enerjinin yarattığı travmadan varlıkların akıl, beden, ruh bütünlükleri onarılması olanaksız şekilde parçalanmaktadır. Yaradanın bir parçasının kaybı demek olan bu durum karşısında bize görev verildi. Elbette olayları durdurma izni değildi bu, sadece bedeninden ayrılmış akıl, beden, ruh bileşiminin varlığını sürdürebilmesini güvenceye alacaktık. İşte biz bunu yaptık, makrokozmik Sonsuz Bir’in hiçbir bölümünü, yani mikrokozmosunu ya da ruhu kaybetmedik. Kısaca, varlığın varlık olarak kalmasını sağladık.

Soru- Hiroşima ve Nagazaki’de ölen varlıklar şu anda ne durumdalar?
Ra- Bu travmayı geçirenler henüz şifa bulma sürecine tam anlamıyla başlayamadılar. Onlara mümkün olduğunca yardım edilmektedir. Nükleer yıkım türünden eylemler tüm gezegeni etkiler, onun da şifa bulması gerekir. Nükleer yıkıma uğramış ama şifa bulmuş varlıkların hasat edilmesinde hiçbir engel söz konusu değildir.

Soru- Kaçırılıp uzay gemilerine götürülen varlıklar fiziki muayeneden geçirildiklerini söylüyorlar. Bunu yapanlar Orion gubu mu?
Ra- Orion grubu fiziki muayeneyi kişiyi dehşete düşürmek ve kendini bir kobay gibi hissetmesini sağlamak için yapar. Bazılarının geçirdiği cinsel deneyimler de bunun değişik bir örneğidir. Amaç dünya insanı üzerinde kontrol sağlamaktır. Onlar düşüncelerini aşılamak için iradesiz ve akılsız diye nitelendirdiğiniz varlıkları seçerler. Bazen dünyadaki daha negatif varlıklardan Orion grubuna çağrı gönderilir ve bilgi paylaşımı yapılır. Ama bu Orionlular için büyük bir risk oluşturur, çünkü daha negatif eğilimli bir varlığın etki alanına girebilirler. Bu ilişkiden doğan üstünlük yarışı kaybedildiğinde Orion grubu bu işten zararlı çıkar.
Benzer şekilde, yüksek derecede kutuplaşmış pozitif eğilimli varlıkla kurulacak bir temas Orion bölüklerini darmadağın edebilir. Haçlılar bundan ancak pozitif varlığın kutbiyetini ortadan kaldırdıklarında kurtulabilirler. Ancak bu çok az rastalanan, hatta işitilmemiş bir olaydır. Bu yüzden Orion grubu temas kurarken kolay lokmaları seçer.

Soru- Bizimle temas kuran varlığın Orion grubundan mı, yoksa Konfederasyondan mı olduğunu nasıl anlarız?
Ra- Eğer korku ve kıyamet haberciliği varsa büyük olasılıkla bu negatif bir temastır. Eğer umut, dostluk ve başkalarına hizmet yönünde pozitif duygular veriyorsa bu Konfederasyon temasının şaşmaz işaretleridir. (Sayfa: 310- 324)






RA BİLGİLERİ
Cilt : 2
AKAŞA YAYINLARI

Celse : 27 (21 Şubat 1981)

Soru- Sonsuz zekanın tarifini yapar mısınız?
Ra- Var olan tek şey Birlik’tir. Birliğin potansiyeli ve devinimi vardır. Potansiyel sonsuz zekadır, kullanıldığı zaman “iş” doğar, bu iş’e biz zeki enerji deriz. İş’in nasıl bir şey olacağı özgür irade sapmasına bağlıdır. Bu sapma (özgür irade) ise Bir’liğin potansiyelindeki zeki enerjinin doğasında bulunur.
Sonsuz zekanın bir ritmi ya da akış şekli vardır. Bu ritim Merkezi Güneşten kaynaklanan bir çeşit kalp atışına benzer, kutupsuz ve sonsuz bir var oluş gelgiti gibidir. Sessizce dışarı doğru yürek gibi atar, atar! Dışarda ve içerde odaklanır, tüm odaklanmalar tamamlanana kadar bu böylece sürüp gider. Sonunda odakların zekası ya da bilinci öyle bir noktaya erişir ki ruhsal doğaları ya da kütleleri onları içeri dönmeye zorlar, ta ki hepsi birleşip bir oluncaya kadar içeri dönerler. Bu Gerçeğin ritmidir!

Soru- Sonsuz zekada işin kutuplaşmadığını ya da potansiyelde farklılaşma olmadığını söylüyorsunuz öyle değil mi?
Ra- Birlik’te farklılık olmaz, ne potansiyel ne de devinimsel. Sonsuz zekanın temel ritimlerinde hiçbir sapma yoktur. Ritimler bir esrar perdesine bürünmüşlerdir, çünkü onlar Varlığın kendisidir. Buna rağmen saptırılmamış Birlik’te zeki enerjiyle ilgili bir potansiyel vardır. Bu açıdan zeki enerji terimini iki yönlü kullanabilirsiniz. Terim bir yönüyle Varlığı “saptırılmamış birlik” ya da “herhangi devinimsel veya potansiyel yönü olmayan” diye tanımlıyor, ama öteki yönüyle odaklanmış enerjilerin kendisinden güç aldığı muazzam potansiyeli, yani zeki enerjiyi kastediyor.

Soru- Sonsuz Zekanın ilk sapmasının özgür irade sapması olduğu anlaşılıyor, bu sapmayı tarif edebilir misiniz?
Ra- Bir’in Yasasının özgür irade sapmasında Yaradan’ın kendini tanıyacağı (bileceği) bildiriliyor.

Soru- O halde, Bir’in Yasasının ilk sapmasının Sonsuz Zeka Yasası olduğunu, yaratılışın deneyimlerini oluşturan diğer tüm sapmaların ondan kaynaklandığını kabul ediyorum, doğru mu?
Ra- Hem doğru hem de değil. Madde aleminizdeki tüm deneyimler özgür irade yasasından kaynaklanır.

Soru- Şimdi ikinci sapma olan sevgiye geçiyorum, sevgiyi tanımlar mısınız?
Ra- Sevgiyi tanımlamak için ardındaki sonsuz zekayı ya da Birliği veya ilk sapma olan özgür irade sapmasıyla Tek Yaradanı bir arada göz önüne almak gerekir. O zaman sevgi terimini bir odak olarak, zeki enerjinin sonsuz zekanın potansiyelinden oluşmasına neden olan son derece yüksek bir enerji çeşidi olarak görmek mümkün olur. Bazılarınız bunu bir faaliyet değil de bir hedef olarak görebilir, bu son derece güçlü enerji odağına sanki Yaradanmış gibi tapınabilirsiniz.

Soru- Sevginin titreşim diyebileceğimiz bir tezahürü var mıdır?
Ra- Sevginin titreşimi ya da yoğunluk derecesi derken, bu terimi ikinci sapma olan sevgi yerine kullanmamak gerekir. Sevgi sapması, sonsuz zekayı kullanarak çeşitli varlıkların yaratılmasında büyük rol oynayan en temel birlikte-yaratandır. Oysa sevgi titreşimi “sevme” faaliyetini yapmayı öğrenenlerin bunu belirgin bir çarpıtma olmaksızın yapacakları, ışık ya da bilgeliğin yollarını arayacakları yoğunluk derecesidir (dördüncü yoğunluk). Böylece titreşim olarak sevgi ışığa katılır, ışığı kullanır ve onu kendi sapmaları içinde yönetebilme gücüne sahiptir. Bu yolla titreşimsel bileşimler yaratılışı tersine çevirerek Bir’liğe geri dönerler, bunu yaparken de kalp atışına benzer bir ritim sergilerler.

Soru- Fizikçi Dewey Larson’a göre her şey devinimden meydana gelir, ki buna titreşim diyoruz. Bu saf titreşimdir, maddi bir şey olmadığı gibi şekli ve yoğunluğu da yoktur. Bu titreşimin ilk ürünü foton dediğimiz ışık parçacığıdır. Bu fiziksel açıklamayla sevgi ve ışık kavramı arasında bir benzetme yapmaya çalışıyorum, dediklerim sevginin ışığı yarattığı tezine uygun mudur?
Ra- Evet uygundur, ama ilk hareket ettiricilere (ana güçlere) sevgi adını veriyorsanız uygundur, çünkü her sevgi aynı frekanstan gelir, bu frekans Birliktir. Biz onu frekanstan çok bir güce benzetiriz, sonsuz bir güce. Sonlu nitelikler ise sevgi denen asli devinimin doğasına uygun olarak yine kendisi tarafından seçilmiştir.

Soru- O halde saf devinimden ibaret bu titreşime saf sevgi denir, o henüz herhangi bir yoğunluk derecesi oluşturacak kadar yoğunlaşmamıştır. Sevgi daha sonra titreşim süreci yoluyla foton dediğimiz şeyi yaratır ki bu ışığın yapı taşıdır. Foton da sonunda titreşimler ve dönme hareketinin eklenmesiyle deneyimlediğimiz yoğunluk derecelerine ait parçacıklar halinde yoğunlaşır. Söylediklerim doğru mu?
Ra- Evet doğru.

Soru- Daha sonra yoğunluk derecelerini şekillendiren ışık renk dediğimiz özelliği kazanır. Renk yedi bölüme ayrılır, renklerin bu sıralanışının özel bir nedeni var mıdır?
Ra- Evreninizin titreşimsel modeli, sevginin ilk malzeme olan ışık üzerinde odaklanmasıyla meydana gelmiştir. Sevgi kendini tanımak ve bilmek amacıyla belli yoğunluk dereceleri yaratmak için zeki enerjiyi kullanır. Bu yüzden renkler sevginin isteğine bağlı olarak düz, dar ve gerektiği gibidirler. (Işın demetini andıran düz ve dar bantlardır) (Sayfa: 8- 13)

Celse : 28 (22 Şubat 1981)

Soru-
Dewey Larson’a göre sonsuz zeka her yerde dışarı doğru genişlemekte ve bu genişleme ışık hızıyla olmaktadır. Larson buna uzay/zaman (madde) adını veriyor. Bu kavram doğru mudur?
Ra- Bu kavram sonsuz zeka hakkındaki tüm diğer kavramlar gibi yanlıştır. Yaradanın doğal yasalarını ifade etmek için kullanılan noktalardan biri için, yani belli bir Logos (yaratıcı prensip) ya da sevgi için doğrudur.
Tek, farklılaşmamış, kutuplaşmamış ve bütün olan sonsuz zeka gizemle kaplı var oluşun makrokozmosudur. Bu yüzden Birlik fiziksel olarak nitelendirilemez, ancak özgür iradenin katalizörlüğüyle faaliyete geçirilmiş ya da potansiyel kazandırılmış sonsuz zeka olarak anlaşılabilir. Bunu kabul etmek zor olabilir, ama sizinle paylaşmak istediğimiz idrakin gizemle başlayıp gizemle bittiğini unutmamak gerekir.

Soru- Işık titreşimin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor, titreşim de sevginin bir sonucu. O halde ışığın yoğunlaşarak maddeye, yani kimyasal elementlere dönüşmesi titreşimsel dönüşlerin en küçük (kuantum) birimler halinde oluşundan ya da açısal hıza bağlı aralıklarla titreşmesinden kaynaklanıyor. Bu doğru mu?
Ra- Evet doğru.

Soru- Peki dönme hareketini başlatan katalizör nedir? Işığın yoğunlaşarak fiziksel ya da kimyasal elementlere dönüşmesini sağlayan dönme hareketi nereden kaynaklanıyor?
Ra- Sevgi olarak bilinen odağın başlatıcı gücünü gözden kaçırmamak gerekir. Bu enerji yönlendiricidir, giderek çoğalan biçimde büyükten küçüğe doğru düzen oluşmasını emreder. Böylece sevginin evreni tamamlandığında her ayrıntının gelişme tarzı canlı ışığın doğasında mevcut haldedir, bu yüzden belli bir programa uygun olarak gelişecektir.

Soru- Peki bireyselleşme ya da bilincin bireyselleşmiş bölümü ne zaman ortaya çıktı? Bireyselleşmiş bilinç hangi noktada temel ışık üzerinde çalışmaya başladı?
Ra- Bu noktada söyleyeceklerimizle aklınızı iyice karıştırmak zorundayız, çünkü özgür iradenin potansiyel sonsuz zekayı odaklanmış sonsuz zekaya dönüştürme süreci uzay/zaman (madde) sürekliliğinin dışında yer alır.
Maddenin var olması ya da deneyimlenebilmesi, ancak Logos ya da Sevginin bireyselleşme süreci tamamlandıktan sonra mümkün olabilmiştir. Daha sonra madde evreni yoğunlaşarak bir araya toplanmış ya da dışarı doğru devinirken içeri doğru da büzülmeye başlamış, güneş dediğiniz cisimlerin sıraları gelince zamandışı (çok uzun) kaosları yoğunlaştırıp bunları gezegenlere dönüştürmeleri ve bu zeki enerji girdaplarının çok uzun bir süre birinci yoğunluk derecesinde kalmaları gerekmiştir. İlk yaratılış sizin anladığınız şekilde maddenin bir parçası değildir.

Soru- Bireyselleşmiş bir bilinç birimi, içinde milyonlarca yıldız bulunan bir galaksi meydana getirebilir mi?
Ra- Olabilir, olasılıklar sonsuzdur. Bir Logos bir yıldız sistemi yaratabildiği gibi, milyarlarca yıldız sistemi de yaratabilir, çünkü birçok Logos varlığı ya da yaratılmışı vardır.

Soru- Örnek olarak üzerinde bulunduğumuz gezegeni ele alalım. Yaratılmış alemlerin ne kadarı bu gezegeni yaratan Logos tarafından yaratılmıştır?
Ra- Bu gezegenin Logosu güçlü bir Logostur, yaklaşık olarak 250 milyar yıldız sistemi yaratmıştır. Bu yüzden bu Logosun tüm alemlerinde aynı fizik yasalar geçerlidir.

Soru- Birden sekize kadar bir oktav meydana getiren sonsuz sayıda yoğunluk oktavları olduğunu mu söylüyorsunuz?
Ra- Biz ancak kendi deneyimlerimizi anlatabilir ve sınırlı bir biçimde öğretebiliriz. Ama tüm yaratılmışlar, tüm alemler için kesin bir şey söyleyemeyiz. Yoğunluk oktavlarının sonsuz olduğunu biliyoruz, öyle olduğunu kabul ediyoruz. Öğretmenlerimizin bize anlattığına göre yaratılış gizemle kaplı bir birliğe sahip. Tüm bilinç belirli aralıklarla toplanıp birleşmekte, sonra yeniden başlamaktadır. Bu yüzden evrimin sonsuz olduğunu kabul ediyoruz. Evrim devreler halinde ilerlemektedir.

Soru- Başlangıçta elektrik yüklerinde olduğu gibi bilinçte de bir kutuplaşma var mıydı?
Ra- Evet. Madde aleminizin başlangıcından beri her şey potansiyel olarak mevcuttu. Bilinç bileşimlerinin fonksiyonu fiziksel malzemeleri deneyim kazanmak için kullanmaya başlamak, sonra da metafizik anlamda kutuplaşmaktır. Bunun için gerekli potansiyelleri yaratansa deneyimleyen varlık değil zeki enerjidir. (Sayfa: 14- 22)

Celse : 29 (23 Şubat 1981)

Soru- Güneşimiz bir alt-Logos mu? Gezegen sistemini ve tüm yoğunluk derecelerini bu alt Logos mu yarattı?
Ra- Güneşinizin bir alt-Logos olduğu doğrudur, ama ana galaksinizin her yanında geçerli tüm koşulları ve titreşim frekanslarını yaratan o değildir. Sadece ana Logosun harekete geçirdiği zeki enerji kalıpları içindeki bazı deneyimsel unsurları farklılaştırmıştır. Kısaca Güneşiniz ana galaksinin Logosunun bir alt-Logosudur. Güneşinizin alt-alt Logosları da vardır. Örneğin akıl, beden, ruh bileşiminiz böyledir. Logos tüm yoğunluk derecelerini, hem uzay/zaman (madde) hem de ona eşlik eden zaman/uzay (madde ötesi) yoğunluk derecelerini yaratır.

Soru- Yer çekiminin nasıl meydana geldiğini söyleyebilir misiniz?
Ra- Yer çekimi dediğiniz şey içsel ışık/sevgiye doğru bir itiliş, Yaradana doğru ilerleyen spiral ışık hattına yöneliştir. Bu ruhsal bir olayın tezahürü ya da var oluşun bir şartıdır. Aslında metafizik ve fizik birbirinden ayrılamaz. Yer çekimini açıklamaya çalışan biri, birçok nesnenin çekim gücünü farklı fiziksel özelliklerine (kütle gibi) bağlı olarak hesaplayabilir. Ama biz yer çekiminin aynı derecede önemli olan metafizik doğasından da söz etmenin şart olduğuna inanıyoruz.

Soru- Venüs gezegenindeki yer çekimi Dünya’daki yer çekiminden fazla mıdır?
Ra- Yer çekimi Venüs adını verdiğiniz varlığın yüzeyinde ruhsal olarak daha fazladır. Bunun nedeni de Yaradanı arayışta daha büyük başarı gösterilmiş olmasıdır. Bu nokta, ancak yaratılışın tümü ruhsal kütleye eriştiğinde tüm yaratılışın birleşeceğini, tam bir birliğin meydana geleceğini anladığımızda önem kazanmaktadır. Yani ışık kaynağını aramakta, onu bulduğunda yaratılış sona ermekte ve yeni bir yaratılış başlamaktadır. Bu olay kara delik olarak kabul ettiğiniz noktalarda gerçekleşir. Sonsuz büyüklükte bir kütleyi sıfır noktasında (hiçlik noktası) toplayan, tüm ışık massedildiği için tamamen karanlık noktalardır bunlar. Kara delik, ruhsal ya da metafizik halin maddesel bir tezahürüdür. Gezegeniniz dördüncü yoğunluk derecesine geçtiğinde daha şiddetli bir ruhsal çekim olacak, bu da daha yoğun bir illüzyon meydana getirecektir. (Sayfa : 23- 29)

Celse : 30 (24 Şubat 1981)

Soru- Akıl, beden ve ruhu ayrı ayrı tanımlayabilir misiniz?
Ra- Beden, belirli bir madde ya da madde ötesinde deneyimlediğiniz yoğunluk derecesinin maddesidir. Bu katta fiziksel tezahür denen olayı gerçekleştirebilmeniz için emrinizde olan maddesel bir bileşimdir.
Akıl, ruhun içeriye ve bedenin yukarıya doğru akıttığı şeyleri yansıtan bir bileşimdir. Akılda hisler, duygular ve entelektüel düşünceler bulunur. Akıl ağacının köklerine doğru biraz daha yaklaşırsak sezgiyle karşılaşırız. Sezgi, aklın tüm varlık bileşimiyle daha sıkı temasta olan ya da daha uyum içinde olan doğasıdır. Akıl ağacının köküne daha çok inersek bu kez de bilinç aşamalarıyla karşılaşırız. Bu tedricen kişiselden ırksal belleğe ve giderek kozmik akımlara dönüşür ve ruh adını verdiğimiz mekikle direkt temas kurar.
Ruh, çeşitli evrensel, gezegensel ve kişisel içe-akımların onun vasıtasıyla bilincin köklerine gönderilebileceği bir kanal gibidir. Bu kanal aynı zamanda bilincin, beden ve aklın dengeli zeki enerjisi yoluyla sonsuz zekanın kapısına ulaşmasını da sağlar.
Akıl, beden ve ruh birbirlerine çözülmez bağlarla bağlanmışlardır, biri olmadan diğeri varlığını sürdüremez. Bu yüzden her biriyle ayrı ayrı uğraşmak yerine yalnızca akıl, beden, ruh bileşiminden söz ederiz, çünkü deneyimleriniz sırasında yaptığınız iş bu unsurların yalnızca biri vasıtasıyla değil, her üçünün karşılıklı birbirini etkilemesiyle yapılır.

Soru- Öldükten sonra hala akıl, beden, ruh bileşiminden söz edilebilir mi? Beden yitirilince akıl ve ruh bundan bir zarar görür mü?
Ra- Akıl bileşimi büyük bir kayba uğrar, çünkü nasıl kimyasal beden bileşiminiz illüzyondan ibaretse, bu madde dünyasındaki zihinsel faaliyetinizin çoğu da illüzyondur. Öte yandan önemli şeylerin hiçbiri yitirilmez, karakter, yani duygu ve önyargıların, sapma ve bilgeliklerin süzülmüş saf biçimi ilk kez apaçık hale gelir, çünkü bunlar yaşam deneyimi sırasında ya yok sayılmış ya da küçümsenmiştir. Ruhsal açıdan, üçüncü yoğunluk derecesinin bir zorunluluğu olan unutma karakteristiğine artık gerek kalmadığı için bu kanal iyice açılır.

Soru- Akıl, beden, ruh bileşimlerinin ilk kez nasıl meydana geldiklerini öğrenmek istiyorum, başlangıç nasıl oldu, ruh aklı, akıl da bedeni mi şekillendirdi?
Ra- Siz evrimi geriye doğru izlemeye çalışıyorsunuz. İlk yoğunluk derecesinde devinimsiz, rastgele bir şey olarak ilk var olan şey bilinçtir. Buna ne isim verdiğinizin önemi yok, biz ona akıl, beden bileşimi diyoruz. Bu bileşimin en küçük zerresinde bile Sonsuz Yaradanın tümüyle var olduğunu biliyoruz. Bu akıl, beden bileşimi daha sonra ikinci yoğunluk derecesinde gelişmeyi keşfederek ışığa doğru döner ve ruh bileşimini uyandırır. Bu da Sonsuz Yaradanın sevgi ve ışığına doğru spiral çizerek yükselişi yoğunlaştırır.
Ruh bileşiminin akıl, beden bileşimine katılması gerçek olmaktan çok görünüşte olur, maddenin başlangıcından beri potansiyel olarak var olan ruh bileşimi kendini kusursuzlaştırarak üçüncü yoğunluk derecesine geçişi sağlar. Akıl, beden, ruh bileşimi kendine ya da diğerlerine hizmet olanağını fark ettiğinde akıl, beden, ruh bileşimi faaliyete geçirilmiş olur. (Sayfa: 34- 37)

Celse : 31 (25 Şubat 1981)

Soru- Cinsel ilişki sırasında ortaya çıkabilecek enerji tıkanıklıklarından söz edebilir misiniz?
Ra- İlk enerji aktarımı kırmızı ışındır, bu sadece üreme sisteminizle ilgili rastgele bir aktarımdır. Turuncu ve sarı ışınların cinsel ilişki kurma girişimleri, varlıklardan yalnızca biri bu alanda titreşmekteyse bir tıkanıklık yaratır, böylece cinsel yönden bu alanda titreşen varlığın cinsel ilişkiye asla doymayan bir istek duymasına neden olur. Bu titreşim düzeylerinin gereksinimi yeşil ışın faaliyetidir. Turuncu ya da sarı ışın enerji aktarımı olanağı da vardır, bu negatife doğru kutuplaşmadır. Yani karşısındaki benliği bir insan gibi değil bir nesne gibi, kendini ise zorla sahiplenen biri gibi görmektedir.
Yeşil ışında iki olasılık vardır. Birincisi, eğer iki taraf da yeşil ışın alanında titreşiyorsa karşılıklı enerji aktarımı güçlenir. Dişi, enerji merkezleri yoluyla varlığının köklerinden enerji çeker ve fiziksel olarak canlanır. Erkekse kendi enerji aktarımında akıl, beden, ruh bileşiminin ruh bölümünü besleyen ve doyuran bir ilham bulur. Bu enerji aktarımı varlıklardan biri ya da ikisi sahiplenilmekten veya sahiplenmekten korkuyorsa engellenir. Diğer yeşil ışın olasılığı varlıklardan birinin yeşil ışın enerjisi sunması diğerinin sunmamasıdır. Bu yeşil ışına sahip olmayanın enerji akımının tıkanması demektir. Bu da sinirliliği ya da iştahı artırır, çünkü yeşil ışın diğerlerine hizmet eğilimini az da olsa artırmaktadır.
Mavi ışın enerji aktarımına şu anda insanlarınız arasında çok az rastlanmaktadır. Bu enerji aktarımı, kendini açık ve korkusuz biçimde ifade edebilme yeteneğine yardımcı olması açısından çok faydalıdır.
Çivit rengi ışın aktarımı ise insanlarınız arasında hemen hemen hiç rastlanmayan tipte bir aktarımdır. Bu bedenin kutsal bölümüdür, buradan sonsuz zekayla menekşe rengi ışın aracılığıyla temas kurulabilir. Son iki düzeyde artık enerji tıkanıklığı söz konusu olamaz, çünkü zaten her iki birey de enerji için hazır değilse enerjiler görülemez, ne aktarım ne de tıkanıklık olabilir. Bu durumda sanki güçlü bir makinenin distribütörü çıkarılmış gibidir.

Soru- Bir çiftin çocuk sahibi olup olmamasını belirleyen metafizik bir prensip var mıdır, yoksa bu iş tamamen rastlantısal mıdır?
Ra- Bunun belli sınırlar içinde kalan bir rastlantı olduğunu söyleyebiliriz. Eğer bir varlık kendi yaşam deneyiminin ana yapısını kendisi seçecek bir evrim düzeyine erişmişse, üreme yeteneği bulunmayan bir bedende enkarne olmayı seçebilir. Bu yüzden kısırlığı tercih etmiş bazı varlıklarla karşılaşabiliriz. Bazıları da özgür iradeleriyle bazı yöntemler kullanarak kısır olmayı garantiye alabilirler. Bu koşullar dışında olay rastlantıya dayanmaktadır.

Soru- Cinsler arasında manyetik çekimden söz etmiştiniz, bu terimi açıklar mısınız?
Ra- Bu terimi iki cinsli doğanızın kutupluluğuna işaret etmek için kullanmıştık. İki cinsli mekanizmanın gücü bundan kaynaklanır. Cinsel olarak zıt kutupta bulunan birine çekim hissetmeye kendi iradenizle karar veremezsiniz. Bu çekim önüne geçilmez biçimde kendiliğinden ortaya çıkar ve enerjinin özgürce akması için bir yol açar. Bu yol bazen varlığa bu çekimin istenmediğini bildiren bir koşullanma tarafından kapatılabilir. Ama ana mekanizma aynen bir mıknatısla demir arasında olduğu gibi fonksiyon yapar.

Soru- Günümüzde gittikçe artan sayıda eşcinsel eğilime sahip varlığın enkarne olduğunu görüyoruz. Bunun sebebini açıklayabilir misiniz?
Ra- Bu durumdaki varlıklar daha önce erkek ya da dişi olarak geçirdikleri pek çok enkarnasyondan ötürü büyük bir sapma yaşarlar. Eğer gezegeniniz şu anda çok zor titreşimsel bir evre içinde bulunmamış olsaydı bu gibi eğilimler aktif bir eşcinsel davranışla sonuçlanmazdı. Nüfusu fazla olan ülkelerin kalabalık kentlerinde aura ciddi biçimde zedelenmektedir, bu koşullar altında karışıklık ortaya çıkar. Bir erkek ya da dişi geçmiş enkarnasyonlarının % 65’ini karşı cinste deneyimlemişse, bu enkarnasyonunda kentsel alanların negatif etkisine açıktır, yani eşcinsel eğilime sahip olabilir.

Soru- Bir varlığın DNA programına daha önce geçirdiği cinsel deneyimlere ait cinsel önyargılar kaydedilir mi? Orion grubu cinsel önyargıları kullanarak negatif kutuplaşmalara yol açıyor mu?
Ra- Masturbasyon dediğiniz olayın daha sonraki deneyimler üzerinde etkili olabilecek izler bıraktığına pek rastlamıyoruz. Aynı şekilde bu yaş grubundaki gençlerin kendi aralarında yaşadıkları eşcinsel ilişkiler de nedeni merak olan masum arayışlardır. Ama bir varlığın yoğun şekilde katıldığı ilk deneyimin yaşamı boyunca o varlık üzerinde bir iz bıraktığı da kesindir.
Nasıl biz Konfederasyon üyeleri olarak cinsel tercihler de dahil her fırsattan yararlanarak sevgi ve ışığımızı size göndermeye çalışıyorsak, Orion grubu da her fırsatı kullanmaktadır. Eğer araştırır ve gözlemlerseniz insanlar arasında cinsel uygulamaların tüm yelpazesini görebilirsiniz. Örneğin bazıları başkalarına hükmederek, üzerlerinde baskı uygulayarak doyuma ulaşırlar. Bu tür olaylar ırza tecavüz ya da başka yollarla yapılan cinsel özellikteki bir enerji tıkanıklığıdır. Ancak her cinsel sapmanın nedeni Orion grubu değil, insanlarınızın özgür iradeleriyle yaptıkları seçimlerdir. Cinsel enerji aktarım ve tıkanıklıkları çok daha önemli bir şeyin tezahürleridir. İnsanlar kavgacılık ve sahip olma hırsına açık hale gelince, cinsel sapmalar da akıl ağacı yoluyla süzülüp bedensel ifadelere sızmaya başladı. Bu yüzden, cinsel enerji tıkanıklıkları her ne kadar Orion grubu tarafından yoğunlaştırılmışsa da aslında insanların özgür iradeleriyle yaptıkları bir seçimdir. (Sayfa: 45- 51)

Celse : 32 (27 Şubat 1981)

Soru- Turuncu ışınla sarı ışının faaliyete geçirilişi arasındaki farkı söyleyebilir misiniz?
Kırmızıdan menekşe rengi ışına kadar tüm seri hakkında bilgi vermenizi rica ediyorum.
Ra- Turuncu ışın, akıl, beden ve ruhun gücünü bireysel bir temel üzerinde ifade ettiği etki ya da titreşim kalıbıdır. Bireyler üzerinde güç sahibi olmak turuncu ışın olarak ortaya çıkar, insanlarınız arasında çok etkindir. Bu ışının etkisindeki kişiler diğer insanlara sanki insan değillermiş gibi, bir köle ya da mal gibi davranır onlara hiçbir statü tanımazlar.
Sarı ışın çok güçlüdür. Varlığın birey olarak topluluklarla ilişkilerini belirler. Sarı ışın titreşimi bir grup varlığın diğer gruba hükmetmesine, onları iradeleri önünde eğilmeye zorlamasına sebep olur. Negatif yol da kendi kutuplaşma modellerinde sarı ve turuncu ışınların bir karışımını kullanır. Bu ışınlar eğer kararlı biçimde kullanılırsa sonsuz zekayla bağlantı kurulmasını sağlarlar. Eğer taraflardan biri esas itibariyle sarı ya da turuncu ışın titreşim kalıbındaysa bu cinsel ilişkide bir enerji tıkanıklığı yaratır ve tıkanıklıktan ötürü doymak bilmez bir açlık hissedilir. Eğer bu alanda titreşen iki varlık varsa cinsel ilişki yoluyla kutuplaşma potansiyeli doğar. Bu ilişkide bir taraf aşağılanma ve köleliğin, diğer taraf da başka bir varlık üzerinde hakimiyet kurmanın zevkini deneyimler. Bu yolla, negatif kutbiyete sebep olan bir cinsel enerji aktarımı deneyimlenmiş olur.

Soru- Sanırım yeşil ışın üzerinde yeterince durduk, yeşil ışını atlayıp mavi ışına geçiyorum. Mavi ve yeşil arasında ne fark olduğunu mavi ışın üzerinde daha fazla durarak anlatabilir misiniz?
Ra- Mavi ışın enerji aktarımıyla birlikte diğer tüm deneyim biçimlerinde olduğu gibi cinsel deneyimde de büyük dönüm noktasına gelinir. Artık yeşil ışın dışa doğru döndürülebilir, bu da varlığın alıcıdan çok verici duruma geçtiğini gösterir. Yeşil ışın ötesindeki ilk vericilik kabulün ya da özgürlüğün verilişidir. Mavi ışın enerji aktarımında bulunan varlık, enerjinin alıcısı olan varlığa kabul gördüğü duygusunu tattırmış, böylece onu kendine (vericiye) ifade etmesi için özgür bırakmış olur.
Bir kez yeşil ışın düzeyine erişildi mi varlık artık mavi ışına geçme yeteneğine kavuşmuş demektir. Artık geçiş sadece bireyin gerekli çabayı göstermesine bağlıdır. Çivit rengi ışın ise ancak sıkı bir disiplin ve uygulama sonunda elde edilebilir. Bu ışını faaliyete geçirebilmek için kendini sadece kutuplaşmış dengeli bir varlık gibi değil, Yaradanın bir parçası, sonsuz değere sahip bir varlık olarak da algılamak gerekir. Bu algı çivit rengi ışını faaliyete geçirecektir.

Soru- Mavi ve çivit rengi ışın aktarımı arasında ne fark vardır?
Ra- Çivit rengi ışın Yaradanı kendiniz olarak fark etme (farkındalık) ışınıdır, yani çivit rengi ışın titreşimleri faaliyete geçirilmiş bir varlık Yaradandan yaratana enerji aktarımında bulunabilir. Bu, iki cinsli üreme faaliyetinin kutsal yapıya girmesinin başlangıcıdır. Çivit rengi ışın da tıpkı kırmızı ışın gibi cinsel deneyim sırasında mutlaka vardır. Diğer varlık tarafından deneyimlenmesi saptırılabilir, yok sayılabilir ya da farkına varılmayabilir. Ama çivit rengi ışın akıl, beden, ruh bileşiminin toplamı ve yapısının özü olduğu için bir varlığın her türlü eylemini kuşatır.
Enerji aktarımı ancak dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk derecelerinde meydana gelir. Bu yoğunluk katları hala kutupluluk taşıyan türdendir. Ama bu yoğunluk derecelerindeki varlıklar bireyler arasındaki uyumu görebildikleri için kendileriyle uyumlu eşler seçer, böylece kesiksiz ve sabit bir enerji aktarımı sağlarlar. Yedinci yoğunluk derecesinde ise, artık beden bileşimlerini yeniden kullanma gereksinimi ortadan kalktığı için bu özel enerji alışverişi yapılmaz.

Soru- Dünyamızda enkarne olan dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk derecesindeki gezginler bu ışınlardan nasıl etkilenirler?
Ra- Dördüncü yoğunluk derecesinden gelen gezginler sevgiyle dolu olan ya da sevgiye gereksinimi olan varlıkları seçme eğilimindedir. Seçimlerini yaparken diğerlerine duydukları merhametten kaynaklanan hatalar yapma olasılığı çok yüksektir.
Beşinci yoğunluktan gelen bir gezgin diğer varlıklardan gelen çeşitli ışınların uyarımlarından pek etkilenmez. Bu tür varlıklar evlilik dediğiniz geleneksel faaliyetten uzak dururlar, genellikle çocuk doğurmaktan ve büyütmekten pek hoşlanmazlar, çünkü gezegenin titreşimi onların titreşimine uymaz.
Altıncı yoğunluk derecesi gezgininin cinsel birleşme yöntemi füzyon dediğiniz olguya çok benzer. Bu varlık bildiğiniz şekliyle cinsel ilişkide bulunmak yerine cinsel enerji aktarımının füzyon niteliği taşıyabileceği varlıkları arar. Cinsel faaliyeti sadece bedene ait bir faaliyet olarak nitelemek yapay bir şeydir, aslında akıl, beden ve ruh eşit olarak cinseldir, hepsi de varlığın kutbiyetinin parçalarıdır. Cinsel füzyonda, cinsel ilişki olmaksızın yapılacak bir birleşme her iki varlığın akıl, beden ve ruhunun tam anlamıyla birbirinin içinde eriyip kaynaşmasını sağlar. Bu tür füzyonda her varlık diğerinin varlığında erimenin verdiği haz ve zevkin sonsuz orgazmını yaşar. (Sayfa: 52- 58)

Celse : 33 (1 Mart 1981)

Soru- Varlıkların daha hızlı evrimleşebilmesi için bazı katalizörlerin önceden programlanması mümkün mü?
Ra- Enkarnasyon sürecinin bilincine varmış bir varlık deneyimlerini kendisi programlar ve ne kadar katalizör kullanacağını kendisi seçer. Başka bir deyişle, bir enkarnasyon sırasında deneyimleyeceği ve öğreneceği derslerin sayısına kendisi karar verir. Bu her şeyin önceden belirlendiği (mukadder kılındığı) anlamına gelmez. Daha çok programa uygun olarak olayların ana plan dahilinde kalacak şekilde yönetilmesi demektir. Bu yüzden, eğer bir fırsat kaçırılmışsa bir başkası ortaya çıkacak ve deneyim yapan varlık kendine bir ders verildiğini fark edip onu öğrenmeye başlayıncaya kadar bu fırsatlar ortaya çıkmaya devam edecektir.

Soru- Hem pozitif hem de negatif yönden dördüncü yoğunluk derecesine geçmek üzere olan varlıkların menekşe rengi ışın faaliyeti ya da parlaklığı (şiddeti) arasında bir fark var mıdır?
Ra- Evet vardır. Pozitif dördüncü yoğunluk varlığının menekşe rengi ışınında yeşil, mavi, çivit rengi enerjilerin de izleri bulunur. Bu izler bir gökkuşağında olduğu gibi son derece net hatlarla bellidir. Dördüncü yoğunluk derecesinde bulunan negatif bir varlığın aurasında ise kırmızı, turuncu, sarı ışınların izleri bulunur, ancak bunlar net değil bulanıktır.

Soru- Beşinci ve altıncı yoğunluk derecelerinin ışınları neye benzer?
Ra- Beşinci yoğunluk derecesi titreşimlerin son derece beyaz olmasıyla tarif edilebilir. Altıncı yoğunluk derecesinin beyazlığında ise altına benzer bir nitelik vardır. Bu renkler dördüncü yoğunluk derecesinde öğrenilmiş şefkat, merhamet ve sevecenliğin beşinci yoğunluk derecesine ait bilgelikle kaynaştığını, altıncı yoğunluk derecesinde ise bilgeliğin bilgelikle gözden geçirilip kaynaştığını gösterir. Bu altın rengi sizin tayfınızda bulunmaz, o canı olan bir renktir! (Sayfa: 62- 69)

Celse : 34 (4 Mart 1981)

Soru-
Karmayı tanımlar mısınız?
Ra- Bizim anlayışımıza göre karmayı atalet olarak tanımlayabilirsiniz. Varlıklar tarafından başlatılan eylemler, yönetici ya da daha yüksek bir prensip tarafından durduruluncaya ya da frenleninceye kadar dengeleme yollarını kullanarak devam ederler. Eylemin ataletinin durdurulmasına bağışlama ya da bağışlanma olgusu yol açar. Bu iki kavram birbirinden ayrılamaz.

Soru- Bir varlık enkarnasyonu sırasında bir karma geliştirirse bu karmayı hafifletecek bir programlama var mıdır?
Ra- Genelde evet, ama hem varlığın kendisi hem de olaylara katılan diğer varlıklar idrak, kabul ve bağışlama süreci vasıtasıyla herhangi bir anda bu kalıpları düzeltebilirler. Bu, enkarnasyonun herhangi bir noktasında gerçekleşebilir, yani bir eylemi başlatmış olan varlık kendini bağışlayabilir ve aynı hatayı bir daha asla yinelemez. Bu aynı zamanda karmayı da durdurur ya da frenler.

Soru- Tezahür etmemiş benliğin öğretici katalizörler yaratmasından söz edebilir misiniz?
Ra- Özellikle acı katalizörüne duyduğunuz ilgiyi gözlemledik, acı çekme insanlar arasında çok sık rastlanan bir deneyim. Bu bedensel bir acı olabilir, ama en sık rastlananı zihinsel ve duygusal acılardır. Tek tük de olsa ruhsal diye sınıflandırılabilecek acılar da vardır. Acı çekmek öğrenim için bir potansiyel meydana getirir, öğrenilecek derslerse sürekli değişir. Ama hemen her zaman bu dersler arasında sabır, hoşgörü ve hayatı hafife alma (kendini hiçbir şeyle özdeşleştirmeme) gibi şeyler de vardır. Ama çoğu kez duygusal acı katalizörü tam tersi bir sonuca varır, yani katılık, sabırsızlık, sertlik ve genel bir hırçınlık olarak ortaya çıkar. İşte bu yolunu şaşırmış bir katalizördür. Bu gibi durumlarda tezahür etmemiş benliğe kendinin her şeye gücü yeten Yaradan olduğunu keşfetmesi için yeni katalizörler sunulur.

Soru- Benliğin toplumsal benlikle (toplumla) ilişkisi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Toplum ve benlik arasındaki karşılıklı ilişki genellikle ikinci ve üçüncü enerji merkezlerinde toplanır. Bu yüzden toplumu değiştirmek veya yeniden yapılandırmak için en çok çaba gösterenler, kendilerinin en dürüst kişiler olduklarına ya da gücün daha doğru kullanılmasını sağlayacak çözümlere sahip olduklarına inananlardan çıkar. Bu alanda negatiften pozitife dek tüm eğilimlerle harekete geçilebilir. Bunların her ikisi de bu enerji merkezlerini faaliyete geçirecektir.
Topluma yardım etmek isteyenlerin küçük bir bölümü ise yeşil ışından ya da daha üst düzeydekilerden çıkar. Bu varlıkların bu kadar az olması, onların özgürce verilen evrensel sevginin birçok itibarlı konumdan daha arzu edilir bir şey olduğunu idrak etmelerinden kaynaklanır. Bu dördüncü ışın idrakidir.

Soru- Benliğin savaşla ilişkisi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Benlik ve savaş ilişkisi, olgunlaşan varlığın en temel idraklerinden birini oluşturur. Hangi yöne gitmek isteniyorsa onu büyük oranda hızlandırma şansı doğar. İnsan hangi nedenle olursa olsun kavgacı tutumlara girdiğinde negatif yönde kutuplaşabilir ya da kendini savaşın içinde bulabilir. Diğer varlıkları korumak için yapacağı kahramanca eylemlerden dolayı turuncu, sarı, sonra da yeşil ışınların faaliyete geçirilmesiyle pozitif yönde kutuplaşabilir. İnsan en sonunda evrensel sevgi prensibini, kavgacı davranışlara katılmayı tümüyle reddederek ifade edebilir ve üçüncü ışına doğru başarıyla kutuplaşabilir. Bu yolla varlık çok kısa bir zamanda bilinçli bir varlığa dönüşebilir. Buna travmatik bir evrim diyebilirsiniz, ama unutmayın ki insanların evrimini sağlayan en büyük katalizör travmadır. (Sayfa: 70-76)

Celse : 36 (10 Mart 1981)

Soru- Akıl, beden, ruh bileşimini tarif edebilir misiniz?
Ra- Zamanın hükmetmediği bir boyut vardır. Sadece bu boyutta şimdi’nin sonsuz dansını yapan akıl, beden, ruh bileşimi bütünlük içinde görülebilir. Varlık ancak o boyutta kendi isteğiyle Yaradanın birliğine karışmadan önce kendini kendi bütünlüğü içinde idrak eder ve tanır. Akıl, beden, ruh bileşimi, yüksek benlik dediğiniz benliğin kaynağı olarak fonksiyon yapar. Yüksek Benlik ise üçüncü yoğunluk derecesi deneyimlerinden süzülüp gelenleri inceler ve daha ileri deneyimleri programlar. Bu aynı zamanda dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk dereceleri için de geçerlidir. Akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğü yedinci yoğunluk derecesinde bilinç kazanır.

Soru- Üçüncü yoğunluk derecesindeki varlığın içinde bulunduğu koşullar değiştiğinde duruma uygun yeni katalizörleri programlayan akıl, beden, ruh bileşimi midir?
Ra- Hayır değil. Varlığın tüm deneyimlerinin idrakinde olan yüksek benlik öğrenilmemiş deneyimleri düzeltme, daha sonraki yaşam deneyimlerini programlama konusunda varlığa yardımcı olur. Nasıl akıl, beden, ruh bileşiminin bir üstünde yüksek benlik kavramı varsa, onun da üstünde akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğü kavramı bulunur. Birincisinde uzay/zaman (madde) sürekliliği içinde planlı bir durum söz konusudur. Buna göre varlığın edindiği tüm deneyimler ve bu yoğunluk derecesinde öğrenilmesi gereken derslerin tüm idraki yüksek benliğin kullanımına hazırdır. Akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğü ise inişli çıkışlı bir kumsal gibidir, bir anlamda varlığın birbirine paralel evrimlerinin bir toplamıdır. Bu bilgi yüksek benliğe açıktır, dolayısıyla yüksek benlik geleceğe ait yaşam programlamasına daha iyi yardımcı olabilmek için bu planlanmış olanak/olasılık girdaplarını kullanabilir.

Soru- Eğer gerekiyorsa yüksek benlik ya da evrensel ruh birçok parçaya ayrılabilir ve aynı anda birçok farklı tipte katalizörü deneyimleyebilir, sonra da bunları gözden geçirir ve toparlar, yanılıyor muyum?
Ra- Bu bizim doğru ya da yanlış diyemeyeceğimiz bir açıklama, çünkü sizin zaman dediğiniz olguda bazı karışıklıklar var. Gerçek eşzamanlılık ancak her şey aynı zamanda vuku buluyorsa mümkün olabilir, bu da sözünü ettiğiniz kavrama gölge düşürüyor. Bir varlığın çeşitli bölümlerinin değişik deneyimleri aynı anda yaşaması, bunların gerçek bir eşzamanlılıkla vuku bulduklarını düşündüğünüz için doğru değildir, çünkü durum böyle değildir. Olay evrenler arasında cereyan etmektedir, öyle ki paralel var oluşlar yüksek benlik tarafından programlanabilir. Bunun için de akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünün kritik noktalardaki olanak/olasılık girdapları hakkında vereceği bilgilere gerek vardır.

Soru- Yüksek benlik tarafından yapılmış bu programlamanın paralel var oluşlar yoluyla nasıl eğittiğini bir örnekle anlatabilir misiniz?
Ra- İki benlik eşzamanlı var oluyor görünse de, aslında bu aynı zaman/uzayda (madde ötesi) var olan tek bir benliktir, yani evrensel ruh ya da yüksek benlik yardım ettiği akıl, beden, ruh bileşimiyle aynı zamanda var oluyor gibi görünür, ama gerçekte eşzamanlılık söz konusu değildir. Çünkü yüksek benlik, söz konusu akıl, beden, ruh bileşiminin evrimi açısından bakıldığında onun geleceği olarak kabul edilebilecek bir konumda bulunmakta ve ihtiyaç duyulduğunda söz konusu varlığa yönelmektedir.

Soru- O halde yüksek benlik bizim anladığımız şekliyle gelecekte bulunuyor ve oradan fonksiyon görüyor. Yani yüksek benliğim bana gelecekte neler olacağını bildiği için, şimdi neye gereksinim duyduğumu da bilme açısından çok büyük bir avantaja sahip öyle mi ?
Ra- Yüksek benliğin gelecekte bulunduğu madde aleminiz açısından doğrudur. Ama şimdiki gereksinimlerinizi bilmede avantaja sahip olduğu doğru değildir, çünkü bu özgür iradenin ortadan kaldırılması demek olur. Yüksek benlik altıncı yoğunluk derecesinde öğrenilen derslerin bilincindedir, varlığın evrim hızı da onun tarafından çok iyi anlaşılmaktadır. Yüksek benliğe erişmek için yapılması gereken seçimler akıl, beden, ruh bileşiminin kaynağında zaten vardır. Bu yüzden yüksek benliği ulaşılacak yeri gösteren bir haritaya benzetebiliriz, yollar ise çok iyi bilinmektedir, bu yolları sonsuz zeka zeki enerji vasıtasıyla çizmiştir. Ama yüksek benlik sadece dersleri programlayabilir, geriye kalan ise her varlığın özgür iradesiyle yaptığı seçimlerdir. Bilinenle bilinmeyen arasında kusursuz bir denge vardır.

Soru- Yüksek benliğin de fiziksel bedenimiz gibi bir aracı olup olmadığını öğrenmek istiyorum.
Ra- Yüksek benlik altıncı yoğunluk derecesinde oldukça ilerlemiş, yedinci yoğunluk derecesine doğru gitmekte olan bir varlıktır. Yedinci yoğunluk derecesinde bir hayli yol aldıktan sonra akıl, beden, ruh bileşimi artık öylesine bir akıl, beden, ruh bütünlüğüne ulaşır ki ruhsal kütle toplamaya başlar ve oktav yoğunluğuna (sekizinci yoğunluk derecesine) yaklaşır. Bu noktada artık geriye bakış sona erer. Her varlığın yüksek benliği altıncı yoğunluk derecesindedir, yedinci yoğunluğa yaklaşırken bu varlık için bir onur/görev olur. Yüksek benliğin kendisi de zaten akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünün bir projeksiyonu ya da tezahüründen ibarettir. Bu tezahür, bir devrenin enkarne olunmadığı döneminde (madde ötesi alemde) veya enkarnasyon sırasında akıl, beden, ruhla iletişim kurabilir, kurabilir diyoruz çünkü bu ancak akıl ağacının köklerine giden uygun yollar ya da kanallar açıksa mümkün olabilir.

Soru- Negatif yolu seçmiş bir varlığın yüksek benliği altıncı yoğunluk derecesinin negatif kutbunda mı yer alır?
Ra- Yüksek benlik aşamasına erişebilmiş hiçbir negatif varlık yoktur. Negatif eğilimli akıl, beden, ruh bileşimleri bu açıdan büyük bir zorlukla karşı karşıyadırlar. Bizim bildiğimiz kadarıyla bu zorluğu aşan negatif eğilimli bir varlığa daha hiç rastlanmamıştır. Beşinci yoğunluk derecesini bitiren varlıkların bilgelik kazanmaları yetmemekte, daha fazla ilerleyebilmek için bu bilgeliği eşit ölçüdeki bir sevgiyle dengelemeleri gerekmektedir. İşte zorluk buradadır, yani bilgelik sevgiyle dengelenmedikçe negatif eğilimli varlık ilerleme kaydedemez. Eğer negatif yolu izlemekteyseniz bu sevgi/ışığı birleştirmeniz çok ama çok zor bir şeydir. Bu yüzden negatif eğilimli toplumsal bileşimler bu yönelimlerinden vazgeçerek altıncı yoğunluk derecesinin pozitif yoluna atlamayı seçerler. Bu durumda yüksek benlik daima pozitif yolu gösterir, ama yine de bireyin özgür iradesi her şeyden üstündür. Varlık negatif ya da pozitifi seçmekte özgürdür.

Soru- Altıncı yoğunluk derecesi pozitif varlıklarının bir gezgin olarak dünyamızda enkarne olduğunu biliyoruz. Acaba bunu altıncı yoğunluk derecesi negatif varlıkları da yapabilirler mi?
Ra- Negatif eğilimli bir varlık bilgelik yoğunluğunda belli bir aşamaya bir kez erişince, artık onun unutma riskini göze alma olasılığı çok azdır, çünkü negatif kutuplaşma hiç de özverili olmayıp aksine çok bencildir, ayrıca eriştiği bilgelik sayesinde gezginlik olayının tehlikesini sezebilir. Bu durumdaki çok az varlık gezgin olmayı seçebilir, bu alışılmadık bir şeydir. (Sayfa: 85-93)

Celse : 37 (12 Mart 1981)

Soru- Yüksek benlik de birinciden başlayıp sırayla yoğunluk derecelerinden geçerek evrimleşir mi? Her yüksek benliğin kendinden daha ilerde olan bir yüksek benliği var mıdır?
Ra- Yüksek benlik, altıncı yoğunluk derecesinin sonuna yaklaşmış olan akıl, beden, ruh bileşimine gelecekteki benliği tarafından armağan edilmiş bir tezahürdür. Varlığın yedinci yoğunluk derecesinin ortalarındayken Yaradanın birliğine dönmeden önce yaptığı son hareket, bu kaynağı altıncı yoğunluk derecesinde bulunan kendi benliğine vermektir. Altıncı yoğunluk derecesinin sonlarına yaklaşmış olan bu benlik hem deneyim, düşünce ve eylemlerden oluşan canlı bellek bankasının tümünü, hem de geride bıraktığı akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünün kaynaklarını kullanarak sonsuz düşünce formu üretme onur/görevine sahip olur. Bu yolla kendinizi, yüksek benliğinizi ve akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğünüzü bir daire üzerindeki üç nokta olarak görebilirsiniz. Tek fark içinde bulunduğunuz zaman/uzay (fizik ötesi) sürekliliğinden kaynaklanmaktadır, yoksa hepsi aynı varlıktır.

Soru- Her varlık ayrı bir akıl, beden, ruh bileşimi bütünlüğüne sahip midir, yoksa bu bütünlüğü birkaç varlık birden mi paylaşır?
Ra- Uygun zaman/uzay (fizik ötesi) koşullarında söylediklerinizin her ikisi de olabilir. Her varlık kendi bütünlüğüne sahiptir, ama bir gezegendeki varlıklar toplumsal bellek bütünlüğüne dönüştükleri zaman, bu varlıklar birliğinin bütünlüğü aynı zamanda hem kendi evrensel ruhunun hem de toplumsal bellek bileşimi bütünlüğünün kaynaklarına sahip olur. Spiritüel olarak söyleyecek olursak, bütün daima parçalarının toplamından büyüktür. Bu yüzden bir toplumsal bellek bileşiminin evrensel ruhu, onun üyesi olan varlıkların evrensel ruhlarının (yüksek benliklerinin) toplamına eşit değildir. Bu bizim kare alma dediğimiz kavrama uygun olarak işler.

Soru- Ruhsal kütleyi açıklayabilir misiniz?
Ra- Ruhsal kütle, dışarı ve ileri doğru giden titreşimsel salınımı Büyük Merkezi Güneşin kaynağına, özüne ya da sonsuz evrenlerin Yaradanına doğru çekmeye başlayan şeydir. (Sayfa: 95-97)

Celse : 38 (13 Mart 1981)

Soru- İlham mekanizması nasıl işler?
Ra- İlham, belli bir alanda bilgi edinmeyi şiddetle arzu etmenin yanı sıra, kendini sezgi dediğiniz şeye açmayı ve ona güvenmeyi de içerir.

Soru- Dengeli bir varlıkta kırmızıdan menekşeye kadar renkler nasıl görünür?
Ra- Örneğin bir gezginde kırmızı, turuncu ve sarı ışınlar son derece düzgün görünürler. Yeşil ışın ise çok parlaktır ve daha sönük bir çivit rengi tarafından dengelenmiştir. Bu ikisi arasında kendini ifade edişin ve iletişimin mavi ışını normalin üstünde bir güçle parlar. Menekşe rengi ışında hem bu benzersiz renk yelpazesi, hem de tüm renkleri kuşatan saf menekşe rengi görülür. Bu da akıl, beden ve ruhun bütünlenmesini ifade eden kırmızı ve menekşe rengini birleştiren ışın tarafından sarılır. Bu bileşim de varlığın bulunduğu gerçek yoğunluk derecesinin titreşimsel kalıbı tarafından kuşatılmıştır. Tüm potansiyeli faaliyete geçirilmiş bir varlıkta ışınlar birbiri üzerine eşit titreşimsel parlaklıkta gelirler, öyle ki bunları çevreleyen renk beyaz olarak görülür. Buna üçüncü yoğunluk derecesinde gerçekleştirilmiş kusursuz denge diyebilirsiniz.

Soru- Üçüncü yoğunluk derecesindeki bir gezegende bir toplumsal bellek bileşimi oluşturmak mümkün müdür?
Ra- Bu ancak üçüncü yoğunluk derecesinin son yedinci bölümünde, varlıklar uyum içinde mezuniyete hazırlandıkları sırada mümkün olabilir. Toplumsal bellek bileşimi fenomeni aslında dördüncü yoğunluk derecesine ait bir fenomendir.

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesinde olan kendine hizmet eğilimli negatif bir gezegendeki koşulların ne olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ra- Dördüncü yoğunluk derecesi negatifine geçen varlıklar, kırmızı, turuncu ve sarı ışın enerjilerini kullanarak bilinçli bir şekilde sonsuz zekayla temas kurmayı başaran varlıklardır. Bu yüzden dördüncü yoğunluk derecesi negatifinin gezegensel koşulları, varlıkların egemen birleşik enerji kalıpları oluşturabilmek için sürekli olarak kendilerini ayarlamalarını ve yeniden ayarlamalarını içerir.
Dördüncü yoğunluk derecesinin başlangıcı çok yoğun bir mücadeleyle geçer. Her varlık güç yapısında kendine uygun yerde bulunduğuna inanıncaya kadar savaştıktan ve gerekli otorite düzeni kurulduktan sonra toplumsal bellek bileşimi başlayabilir. Güç yapısının en tepesinde bulunan varlıklar dördüncü yoğunluk derecesine ait özellikleri, yani telepatiyi ve düşünceleri okuyabilme yeteneğini kendi çıkarları için kullanmaya çalışırlar. Bu da dördüncü yoğunluk derecesindeki negatif varlıkların daha ileri düzeyde kutuplaşmalarını engeller ya da geciktirir, çünkü daha ileri negatif kutuplaşmaya ancak toplu çabalar sonucunda erişilebilir. Dördüncü yoğunluk derecesi varlıkları birleştikleri zaman, Orion’dan gelen Haçlılar örneğinde olduğu gibi kendilerine hizmet ederek kutuplaşma derecelerini yükseltebilirler. (Sayfa: 99-103)

Celse : 39 (16 Mart 1981)

Soru- Bedendeki enerji merkezlerinin evrimini izleyerek kendi evrimimizi de izleyebiliriz diye düşünüyorum. Bu enerji merkezleriyle ışınların ilişkisi hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ra- Daha önce bu bilgi kısmen verilmişti. Bu yüzden birinci ve ikinci yoğunluk katında hangi ışınların bulunduğu konusunda verdiğimiz bilgileri yinelemeyeceğiz. Kırmızı ışın ana enerjisinin her yoğunluk derecesi için ana güçlendirici ışın olduğu söylenebilir. Ruhsal evrim açısından bu ışının daha az önemli ya da daha az üretken olduğu söylenemez, çünkü temel ışındır.
İkinci ana ışın olan sarı ışın büyük bir atlama taşıdır. Bu ışında akıl ve beden en dengeli halini almak üzere potansiyel kazanır. Güçlü kırmızı, turuncu, sarı üçlüsü bir sıçrama tahtası rolü oynayarak varlığı merkezdeki yeşil ışına doğru fırlatır. Yeşil ışın da ana ışınlardan biridir, ama birincil bir ışın sayılamaz, ruhsal çalışmanın kaynağıdır. Yeşil ışın faaliyete geçirildiğinde üçüncü ana ışın olan mavi ışının potansiyel kazandırmaya hazır hale geldiğini görürüz. Bu gerçek anlamda ruhsal diye nitelendirebileceğimiz ilk ışındır, çünkü bu ışının tüm enerji aktarımları bütünleşmiş bir akıl, beden, ruh özelliği taşır. Mavi ışın, ruhun her yoğunluk derecesinde öğrenip öğrettiklerini akıl, beden bileşimine yerleştirerek bütünü canlandırır, diğerlerine de var oluşun bu bütünlüğünü iletir.
Çivit rengi ışın çok değerli olmakla birlikte ancak ustası tarafından faaliyete geçirilip kullanılabilir. Bu sonsuz zekaya açılan kapıdır ve zeki enerjiyi bu kapıdan geçirerek getirir. İçsel, gizli ve okült dediğimiz enerjiler bu enerji merkezi üzerinde çalışırlar, çünkü bu ışın sonsuz olanaklara sahiptir. Bildiğiniz gibi Yaradan için şifa verenler, öğretmenlik yapanlar, aydınlık ve dengeli görünecek şekilde çalışanlar çivit rengi ışına has faaliyetler içindedirler. Menekşe rengi ışın sabittir, ışınların faaliyete geçirilişiyle ilgili bir tartışmaya dahil edilemez, çünkü o varlığın işareti, sicili, kimliği ve gerçek titreşimidir.
Eşit güçte kutuplaşmış negatif ya da pozitif varlıkların arasında kırmızı ışın konusunda hiçbir fark yoktur. Negatif ışın modeli, kırmızı, turuncu ve sarının, yeşil ışını atlayarak doğrudan doğruya maviye gittiği modeldir. Sonsuz zekayla temas kurmak için bu model kullanılır. Pozitif eğilimli varlıklarda ise bu ışınların görünüşü dengeli, billur gibi berrak ve yedi ışın modelindedir. (Sayfa: 107-108)

Celse : 40 (18 Mart 1981)

Soru- Alt-Logos olan güneşten beyaz ışık yayınlanır, beyaz ışıksa kırmızıdan menekşe rengine kadar olan frekanslardan oluşmuştur. Ben bu beyaz ışığın tüm yoğunluk derecelerine ait deneyimleri içerdiğini kabul ediyorum. Sekizinci yoğunluk derecesine geçerken bir kara deliğe gireriz. Bu kara delik öteki tarafta yeni bir Logos ya da güneş oluşturur ve yeni bir deneyim oktavı başlatır. Bu söylediklerim doğru mu?
Ra- Alt-Logosun beyaz ışığının prizmatik olarak ayrışması ve son bölüme gelindiğinde yeniden massedilerek bir araya toplanması temelde doğrudur. Ama işin içinde bazı incelikler var. Işıyıp yayılarak adı geçen alt-Logosu şekillendiren beyaz ışık metafiziksel olarak “karanlık” gibi görülebilecek bir şeyden kaynaklanır. Işık bu karanlığa gelir, onu değişime uğratır, o zaman kaos düzene girer ve yansıtan ya da ışın yayan bir özellik kazanır. Böylece boyutlar oluşurlar.
Metafizik bir yaklaşımla açıklarsak, kara deliğin mutlak karanlığı sistematik bir biçimde Tek Yaradanla birleşmek üzere massedilen beyaz ışığın yoğunlaşmasından kaynaklanır. Tek Yaradana doğru gerçekleşen bu massedilme, sonsuz sayıdaki tüm yaratılmışlar Büyük Merkezi Güneşi bir kez daha şekillendirmek için yeterli ruhsal kütleye erişene dek sürer. Bunu sonsuz zekanın özgür irade tarafından potansiyel kazandırılmayı bekleyişi olarak da düşünebilirsiniz. Onun için oktavdan oktava geçiş hayal bile edilemeyecek kadar sonsuz bir süreçtir. Sizin zaman ölçülerinizle bu süreci ölçmeye kalkışmak hiçbir sonuç vermez. Bu yüzden, en yüksek ruhsal çekim kaynağı olan kara delikten geçerek bir sonraki oktava girme kavramı, bu sürecin sonsuzluğunu gözden kaçırdığı için eksiktir.

Soru- Birinci yoğunluk derecesinin kırmızı renge, ikincinin turuncu renge, üçüncünün sarı renge tekabül ettiğini, böylece tüm yoğunluk derecelerinin belirli renkleri karşıladığını düşünüyorum. Yani tüm atom parçacıklarının çekirdeğini oluşturan fotonun temel titreşiminin, ait olduğu yoğunluk derecesinin rengiyle ilişkisi olduğunu ve söz konusu renklerin titreşim dereceleri yükseldikçe ikinci, üçüncü ve dördüncü yoğunluk derecelerine çıkıldığını düşünüyorum. Bu varsayımlarım doğru mu?
Ra- Sandığınızdan çok daha fazlası doğrudur. Birincisi, her yoğunluk derecesinin çekirdeğinin bir kuant (en küçük enerji birimi) olduğu varsayımınız doğrudur. Bu kuantların bir renge tekabül eden (belirli bir rengi oluşturan) titreşimsel yapılar olduğu varsayımınız da doğrudur. Ayrıca, düşündüğünüz ama sormadığınız bir şey var ki o da doğrudur. Her yoğunluk derecesi kendini meydana getiren ışının metafizik karakteristiğine sahiptir. Böylece birinci yoğunluk derecesinde olup biten her şeyin temeli kırmızı ışındır. İkinci yoğunluk derecesindeki turuncu ışın bireyin gelişimi ve devinimiyle ilgilidir. Bu ışın hem bireysel hem de toplumsal olarak benlik bilincine sahip tezahürlerle ilgili sarı ışına, yani üçüncü yoğunluk derecesine ulaşmak için çabalar, bu böylece sürüp gider. Her yoğunluk derecesi esas olarak kendi ışınından oluşur, ama bir sonraki yoğunluk derecesinin ışını da onu ileri doğru, evrimin bir ileri aşamasına doğru çeker ve bir dereceye kadar bu yoğunluk derecesinin rengini kendi rengiyle gölgeler.

Soru- Eğer bir insan birinciden başlayarak sekizinci yoğunluk derecesine kadar düz bir çizgi izleyip evrimleşirse, bedenindeki tüm enerji merkezleri (çakralar) tamamen faaliyete geçirilmiş olur mu?
Ra- Kuramsal olarak söylediğiniz doğrudur, ama uygulamada tamamen faaliyete geçirilme durumuna çok az rastlanır. Bireylerin uyum ve dengeleri çok önemlidir. Yoğunluk derecelerinden sırayla geçerek sonuca ulaşabilmek için ana enerji merkezlerinin sonsuz zekayla temas kuracak, o saf ışığın değerini takdir edebilecek ve bu halin hazzını yaşayabilecek şekilde işlemeleri gerekir. Ancak, tüm enerji merkezlerini tam olarak faaliyete geçirecek ustalığa erişebilen çok az sayıda varlık bulunmaktadır, çünkü her merkezin değişken bir dönüş ya da faaliyet hızı vardır. Tüm enerji merkezleri asgari düzeyde faaliyete geçirildiklerinde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta merkezler arasındaki uyum ve dengenin korunmasıdır.

Soru- İkinci yoğunluk derecesinden üçüncüye geçiş ne kadar zaman aldı? Üçüncüden dördüncüye geçiş ne kadar zaman alacak?
Ra- İkinciden üçüncüye geçiş yaklaşık 1350 yıl aldı, yani bir buçuk kuşakta tamamlandı. O devrede insanların 900 yıl yaşadığını unutmayın. Üçüncüden dördüncüye geçiş kuraldışı özellikler taşıdığı için bir tahmin yürütmek çok zor. Bu uzay/zaman (madde) noktasında, dördüncü yoğunluk derecesine ait çalışmalara başlamış enkarne varlıklar bulunmaktadır. Ama gezegensel bilincin üçüncü yoğunluk derecesine ait iklimi bu süreci yavaşlatıyor. Bu noktada olanak/olasılık girdapları 100-700 yıl arasında bir geçiş dönemini işaret ediyor. İnsanların bu dönemdeki uçarılıkları daha hassas bir tahmin yapılmasını önlüyor. Fotonun titreşimi şimdiden yükselmiştir, bu düşüncelerin “şeylere” dönüşmesine neden olan etkidir. Buna örnek olarak öfke düşüncelerinin dönüşüm geçirerek fiziksel bedenin kontrolden çıkan hücrelerini meydana getirişini gösterebiliriz. Siz bu olguya kanser diyorsunuz. Titreşimlerin hızlanmasının ilk belirtileri 45 yıl önce (1936) başladı ve 40 yıl boyunca yoğun bir şekilde devam etti.

Soru- Öfke içeren düşüncelerin kansere neden olduğunu söylediniz. Bu mekanizmanın bir katalizör olarak nasıl işlediğini açıklayabilir misiniz?
Ra- Dördüncü yoğunluk derecesi bilgilerin açığa çıktığı kattır. Varlığın benliği artık ne kendinden ne de diğer varlıklardan gizlenemez. Bu yüzden yıkıcı nitelikteki dengesizlikler ya da sapmalar artık daha belirgin bir biçimde açığa çıkar. Beden, varlığın benliğini açığa çıkarmak için bir eğitim kaynağı haline gelir. Kanser gibi hastalıklar, birey yıkıcı etkilerin işleyiş biçimini kavradıktan sonra kendine şifa verme yöntemine çok iyi yanıt verirler. Kısaca, kanser ruhsal şifa yoluyla kolayca iyileşebilir, bu yüzden çok iyi bir eğitim vasıtasıdır. Bireyin öfke duyduğu kişiyi bağışlaması işin bir kısmıdır, diğer kısmı ise kendini bağışlamak ve öz saygısını artırmaktır. (Sayfa: 109-115)

Celse : 41 (20 Mart 1981)

Soru- Güneşimiz hakkında bilmemiz gerekenleri anlatabilir misiniz?
Ra-Metafizik açıdan güneş, ancak dördüncüden yedinciye kadar olan yoğunluk derecelerinde bir anlam kazanır. Bu yoğunluk derecelerindeki varlıklar artık güneşin “diğer benlikleri” olduğunu kavrayabilecek evrim düzeyine erişmişlerdir. Bu yüzden, altıncı yoğunluk derecesine gelindiğinde zaman/uzayda (madde ötesi) bulunanlar güneşi ziyaret edebilir, orada oturabilirler. Hatta evrim sürecinde ilerleyen altıncı yoğunluk derecesi varlıkları tarafından güneş bir andan ötekine kısmen yaratılabilir. Bu yoğunluk derecesinde bulunan ve füzyon yoluyla üreyen bazı varlıklar, deneyimlerinin bu bölümünü güneşin bir parçası olarak yaşamayı tercih ederler. Bu yüzden size gelen güneş ışınlarını altıncı yoğunluk derecesi sevgisinin bir ürünü olarak kabul edebilirsiniz. Altıncı yoğunluk derecesinin son bölümlerinde yaşanan bu deneyim yedinci yoğunluk derecesine ulaştıracak deneyimler olarak da görülebilir. Bilmeniz gereken bir şey daha var. Alt-Logos, yani güneş tüm oktavı temsil eder, sizler gibi öğrenme/öğretme deneyimleri geçiren bir varlık değildir.

Soru- Sezgisel olarak birinci yoğunluk derecesinin girdap şeklindeki bir enerji tarafından oluşturulduğunu düşünüyorum. Bu girdap ışıktan oluşan titreşime bir dönme hareketi veriyor ve titreşim birinci yoğunluk derecesine ait maddeleri şekillendirmek için yoğunlaşmaya başlıyor. Söylediklerim doğru mu?
Ra- Sezgileriniz doğru, ancak şu noktaya işaret etmekte yarar var. Logos, birinci yoğunluk derecesinin uzay/zaman (madde) sürekliliğine girmeden önce yapısında oktava ait tüm yoğunluk derecelerinin planını potansiyel olarak içermektedir, yani enerji merkezleri tezahür etmeden önce zaten vardır. Tezahür etmiş en basit varlık ışık ya da sizin foton adını verdiğinizdir. Enerji merkezleri açısından bakıldığında fotonun varlığın birbirine bağlı tüm enerji alanlarının merkezi ya da temeli olduğu görülür.

Soru- Birinci yoğunluk derecesi oluştuğunda ateş, hava, toprak ve su ortaya çıkar. Devrenin bir yerinde ilk hareket ya da yaşamın kendi kendine hareket edebilen ilk bilinçli bölümü doğar. Bunun yaratılış sürecini anlatabilir misiniz?
Ra- Birinci yoğunluk derecesi ya da kırmızı ışın yoğunluğu her ne kadar evrimleşmek isterse de farkındalık kıvılcımının çakması için gerekli koşulları sağlayacak titreşimlere sahip değildir. Titreşimsel enerjiler kırmızıdan turuncuya doğru ilerlediği zaman, titreşimsel ortam daha önce atıl bulunan kimyasal elementlerin harekete geçip birleşmelerine neden olur. Bu elementlerin birleşmesiyle sevgi ve ışık evrim fonksiyonuna başlar. Sizin tek hücreli varlıklar dediğiniz, örneğin terliksi hayvan hakkındaki tahmininiz doğrudur. Mekanizma yukarı doğru spiral çizen ışığa çekilme şeklinde işler. Ne bu, ne de evrimin herhangi bir bölümü rastlantısal değildir.
Herhangi bir metabolizma hücresinin hangi baza dayanacağı, tamamen meydana geldiği yörede hangi kimyasal elementlerin bulunduğuna bağlıdır. İkinci yoğunluk derecesindeki bir hayvanda tüm enerji merkezleri vardır, ama faaliyete geçirilmemiştir. Logosun iradesi evrimleşen varlığın hangi potansiyellere sahip olacağını belirler. Evrimleşen varlığın iradesi ise, çeşitli enerji merkezlerinin faaliyete geçirilmesi ve dengelenmesindeki hız ve titizliğin tek belirleyicisidir.

Soru- Enerji merkezlerinin değişken dönme hızlarından ve değişik ölçülerde faaliyete geçirilmesinden söz ettiniz. Bunun anlamı nedir?
Ra- Her enerji merkezinin geniş bir dönme hızı yelpazesi vardır. Daha iyi anlayabilmeniz için renkle ilgili bir terimle söylersek değişken bir parlaklığa sahiptir. Varlığın iradesi bir enerji merkezi üzerinde ne denli güçlü yoğunlaşırsa ve onu ne denli saflaştırır ya da arındırırsa, enerji merkezi o denli parlak, dönme eylemi de o denli faal olur. Benlik bilincine sahip bir varlığın enerji merkezlerinin sırayla faaliyete geçirilmesi gerekmez. Bu yüzden, varlıklar menekşe rengi ışın açısından oldukça dengesiz oldukları halde son derece parlak enerji merkezlerine sahip olabilirler. Menekşe rengi ışının dengesiz olmasının nedeni, varlığın deneyimlerini bütünleştirerek ele almaya yeterince dikkat göstermemiş olmasıdır.
Dengenin anahtarı, varlıkların deneyimlere hazırlıksız, doğal ve dürüst şekilde karşılık vermelerinde, dengeleme çalışmaları yaparak menekşe rengi ışın tezahürünün en arınmış tayfını elde edebilmelerinde yatar. Bu yüzden hasata uygunluk açısından bakıldığında bir varlığın enerji merkezlerinin dönüş hızı ya da parlaklığı o varlığın dengeli halinden üstün olamaz, çünkü özellikle ana ışınlar açısından dengesiz olan varlıklar, sonsuz zekanın ışığının etkisini hasat için gereken ölçüde sürdürmeyi başaramayacaklardır.

Soru- Bana uzay/zaman (madde) ile zaman/uzay (madde ötesi) arasındaki farkı söyleyebilir misiniz?
Ra- Sizin sözcüklerinizi kullanırsak fark gözle görülenle görülemeyen ya da fizikle metafizik arasındaki farktır. (Sayfa: 117-125)

Celse : 42 (22 Mart 1981)

Soru- Kusursuz dengeye sahip bir varlık başka bir varlığın saldırısına uğradığı zaman tepkisi ne olur?
Ra- Kusursuz varlığın tepkisi sevgi olur. Denge; duygusuzluk, umursamazlık, ilgisizlik ya da tepkisizlik demek değildir. Gözlemcinin ayrılık duyguları tarafından körleştirilmemiş olması, tam tersine tümüyle sevgi dolu olmasıdır.

Soru- Ra’nın dördüncü yoğunluk derecesinde kazandığı yoğun merhameti dengelemek için beşinci yoğunluk derecesinde çok zaman harcadığını söylediniz. Bunu biraz açar mısınız?
Ra- Daha önce de söylediğimiz gibi dördüncü yoğunluk derecesi varlığı merhamet doludur. Ama bilgeliğin (beşinci yoğunluk derecesi) gözleriyle baktığınızda bu merhamet bir çılgınlık ve budalalıktan başka bir şey değildir. Gerçi üçüncü yoğunluk derecesinin kurtuluşu sevgi ve merhamettir, ama bu merhamet varlığın nihai dengesinde bir uyumsuzluk ya da bozukluk yaratır.
Biz de dördüncü yoğunluk derecesi toplumsal bellek bileşimi olarak merhamete eğilimliydik, bu bazı hallerde başka varlıklara yardım için kendimizi feda etmeye kadar varmaktaydı. Hasat sonucu beşinci yoğunluk derecesine geçtiğimizde, böylesine tek düze ve aralıksız sürdürdüğümüz merhametin kusurlarını görmeye başladık. Bu yüzden, Yaradanın sevgiyi bilgelikle nasıl donatabileceğini düşünerek çok zaman harcadık.

Soru- İrade ve imanın gelişmesi için ne yapmamız gerekiyor?
Ra- İrade ve imanın gelişmesi ya da beslenmesi için tek bir teknik vardır, o da dikkati bir noktaya odaklamaktır. Dikkat sürekli olarak odaklandığında irade güçlenir, ama bu faaliyet ancak iman varsa yapılabilir, ancak o zaman bu disiplinden bir sonuç almak mümkün olabilir. (Sayfa: 132-136)

Celse : 43 (24 Mart 1981)

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesinde fiziksel acı katalizörü deneyimlerin dengelenmesinde bir araç olarak kullanılmakta mıdır? Dördüncü yoğunlukta ortalama ömür ne kadardır?
Ra- Fiziksel acı dördüncü yoğunluk derecesi enkarnasyonunun bitiminde asgari düzeyde hissedilir. Bu tür fiziksel acı dördüncü yoğunluk derecesinde önemsenmeyecek düzeydedir, daha çok zihinsel ve ruhsal acı katalizörleri kullanılır. Dördüncü yoğunlukta bir ömür sizin zaman ölçünüzle ortalama 90 bin yıldır.

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesinde bir deneyim devresinin uzunluğu kaç yıldır?
Ra- Varlıkların daha önce hasat edilebilir hale gelememeleri halinde bir deneyim devresi yaklaşık olarak 30 milyon yıldır. Bu yoğunluk derecesindeki hasatlar tamamiyle toplumsal bellek bileşimlerinin hazır olmasına bağlıdır. Oradaki hasat sizinkine benzemez, çünkü sonsuz Yaradanın daha saydam bir sapmasıyla ilgilidir. Üçüncü yoğunluk derecesinin sonunda varlık kendi bireysel menekşe rengi ışınının fonksiyonuna göre hasat edilirken, dördüncü yoğunluk derecesinde tüm toplumsal bellek bileşiminin menekşe rengi ışınının hasat edilebilir durumda olması gerekir. Ancak dördüncüden beşinci yoğunluğa geçen varlıklar isterlerse toplumsal bellek bileşimi, isterlerse akıl, beden, ruh bileşimi olarak varlıklarını sürdürmeyi seçebilir, bu koşullar altında altıncı yoğunluk derecesine yükselebilirler, çünkü bu bilgelik katı son derece özgür bir yoğunluk derecesidir. Oysa bilgeliğe götürecek sevgi, şefkat ve merhamet derslerinin öğrenilebilmesi için mutlaka başka varlıklarla bir arada bulunulması gerekir. Altıncı yoğunluk derecesi hasadı ise tam anlamıyla toplumsal bellek bileşimi özelliğindedir.

Soru- Beşinci yoğunluk derecesinde besin maddeleri yemenin gerekli olmadığını düşünüyorum, doğru mu?
Ra- Hayır değil, ancak beden orada düşünce gücüyle hazırlanabilecek besinlere gereksinim duyar. Siz bu tip besine nektar (tanrıların içkisi- abıhayat) ya da ölümsüzlük iksiri dersiniz. Bu, altın parıltıları olan beyaz renkli bir içecektir. Benzer anlayıştaki varlıklar için bu içeceği paylaşmak üzere bir araya toplanmak, ellerini ve yüreklerini fiziksel bir faaliyette birleştirmek rahatlatıcı bir şeydir. Bu, beslenmeden çok bir rahatlama ve tesellidir. Altıncı yoğunluk derecesindeki besin ise ışıktan oluşur, ama onu size tarif etmemize olanak yok!

Soru- Dünyada hasat tamamlandıktan sonra dördüncü, beşinci ve altıncı yoğunluk derecesinden gelen varlıklar gezegende enkarne olacaklar mı?
Ra- Olasılık girdapları hasattan sonra dördüncü yoğunluk derecesinden varlıkların burada enkarne olacağını işaret ediyor. Ama beşinci ve altıncı yoğunluk derecesindeki varlıklar sizin zaman ölçülerinize göre oldukça uzun bir süre bu gezegende bulunmayacaklar, çünkü dördüncü yoğunluk varlıklarının hasattan sonraki deneyimi kendi aralarında geçirmeye ihtiyaçları var. (Sayfa: 140-145)

Celse : 46 (15 Nisan 1981)

Soru- Öfke negatif bir varlık üzerinde pozitif varlıkta yaptığı aynı fiziksel etkiyi mi yapar? Bir katalizör olarak bu varlıkta da kansere sebep olabilir mi?
Ra- Katalitik mekanizmalar bir varlığın seçmiş olduğu kutuplaşmaya değil, katalizörün nasıl ve hangi amaç için kullanılacağına bağlıdır, yani öfke deneyimini bilinçli olarak pozitif ya da negatif yönde kutuplaşmak için kullanan bir varlık bunun bedensel etkilerini yaşamaz, bu katalizörü daha çok zihinsel anlamda kullanır.
Pozitif yönde kutuplaşmakta olan bir varlık öfkeyi algılar. Eğer bu katalizörü akıl yoluyla kullanıyorsa öfkeyi sever ve kutsar. Sonra bu öfkeyi bilinçli olarak zihninde yoğunlaştırır. Bunu kırmızı ışın enerjisini sadece bir çılgınlık olarak değil, kullanılan enerjinin rastgeleliği nedeniyle ruhsal entropiye maruz bir enerji gibi algılayıncaya dek yapar. Böylece pozitif eğilim öfkenin anlaşılması, kabul edilmesi ve akıl, beden, ruh bileşimiyle bütünleştirilmesini içeren bu yoğun zihinsel deneyimi sürdürmek için gerekli irade ve imanı sağlar. Bu yolla öfkenin hedefi olan diğer varlık kabullenilir, anlaşılır ve uzlaşma sağlanır. Bunların hepsi öfkenin doğurduğu büyük enerji kullanılarak bir araya getirilir.
Negatif eğilimli bir varlık da öfkeyi aynı şekilde bilinçli olarak kullanır. Öfkenin kontrol altında olmayan rastgele enerjisini kabullenmeyi reddeder ve bunun yerine irade ve imanla bu enerjiyi öfke duygusunun negatif yönünü açığa çıkaracak elverişli bir vasıtaya kanalize eder. Bunu da diğer varlık üzerinde kontrol elde etmek ya da öfkeye neden olan durumu kontrol altında tutmak için yapar.
Katalizörleri negatif yönde kutuplaşmak amacıyla kullanabilmenin anahtarı kontroldür. Katalizörleri pozitif yönde kutuplaşmak amacıyla kullanabilmenin anahtarı ise kabuldür. Bu iki kutup arasında ise rastgele ve yönlendirilmemiş enerjinin dokularda kanserli ur yaratma potansiyeli vardır.
Kutuplaşmaya bağlı ilk kabul ya da kontrol kendini kabul ya da kontrol edebilmektir. Öfke de benliğin bir parçası olarak kabul edilmesi, sevilmesi ya da kontrol altına alınması gereken birçok şeyden biridir. Eğer varlık çalışıp bir iş çıkaracaksa bunlardan birini yapmalıdır. Negatif yönde kutuplaşan bir varlığın öfkesini ya da öfke anında kendisini kontrol altında tutamaması kansere neden olabilir. Negatif kutuplaşma çok fazla kontrol ve bastırma gerektirir. Özellikle duygusal olguların negatif eğilimli varlığa yararlı olabilmesi için bastırılması, sonra da düzenli bir kullanım içinde yeniden yüzeye çıkarılması gerekir. Oysa pozitif eğilimli bir varlık duyguyu bastırmak yerine dengeleyecektir, bu da onu birlik yoluna götürür. (Sayfa: 148-151)

Celse : 47 (18 Nisan 1981)

Soru- Dördüncü yoğunluk derecesi negatifinde mavi ışının bulunmadığı doğru mu?
Ra- Her varlık tüm titreşim oranlarına sahip olma potansiyelini taşır, yani yeşil ve mavi ışın merkezlerinin faaliyete geçirilmesi potansiyeli doğal olarak sevginin her yaratığında vardır. Ama negatif yönde kutuplaşmış bir varlık hasata uygunluk özelliğini kırmızı, sarı ve turuncuyu son derece başarılı ve etkili bir şekilde kullanarak kazanır. Bu varlık doğrudan doğruya çivit rengi ışının kapısına ulaşır ve bu zeki enerji kanalıyla sonsuz zeka akımlarının içeri akmasını sağlar.
Pozitif ve negatif kutbiyet altıncı yoğunluk derecesinde artık tarihe karışır. Dördüncü yoğunluk derecesinin negatif eğilimli varlıklarının büyük bir yüzdesi dördüncü yoğunluk derecesinden beşinciye geçerken de negatif yolu izlerler, çünkü bilgelik olmadan sevecenlik, merhamet ve başkalarına yardım arzusu tam anlamıyla gelişemez. Bu yüzden dördüncü yoğunluk derecesi deneyimi sırasında negatiften pozitife geçiş yapan varlıklar aşağı yukarı yüzde ikilik bir kayıp yaratırlarsa da, beşinci yoğunluk derecesine geçiş yapanların yaklaşık yüzde sekiz kadarının negatif eğilimliler olduğunu biliyoruz.

Soru- Ezoterizmde birçok bedenden söz edilir. Fiziksel beden, eterik beden, duygusal beden ve astral beden. Sıraladığım bu bedenlerin doğru olup olmadığını söyleyebilir misiniz?
Ra- Mikrokozmostan makrokozmosa kadar her şeyde “yedi” sayısının yinelendiğini görüyoruz. Bundan yedi ana beden bulunduğu sonucu kolaylıkla çıkarılabilir. Bunları kırmızı ışın bedeni, turuncu ışın bedeni vs şeklinde isimlendirmeniz iyi olur, ayrıca söz konusu bedenlerle renkler arasında bağlantı kurma isteğinizin de farkındayız. Bu akıl karıştırıcı bir konudur, çünkü her öğretmen kendi anlayışını değişik terimlerle sunmuş, her biri bedenlere değişik isimler vermiştir.
Kırmızı ışın bedeni kimyasal bedeninizdir, ama madde aleminde kullandığınız beden değil, henüz yapılanmamış beden malzemenizdir, yani şekli olmayan elementer (bileşik olmayan) bedendir. Bu biçimlenmemiş maddesel bedeni anlamak, idrak etmek çok önemlidir, çünkü fizik bedendeki elementleri kullanarak yapılabilen şifa yöntemleri vardır.
Turuncu ışın bedeni fiziksel beden bileşimidir. Bu da içinde bulunduğunuz beden değildir, benlik bilinci (kendini fark etme) olmadan meydana getirilen, ruh ve aklın içine girmesinden önceki ana rahmindeki bedendir. Bu beden akıl ve ruh bileşimleri içine girmeden de yaşayabilir, ama bunu pek seyrek yapar.
Sarı ışın bedeni şu andaki bildiğiniz şekliyle fiziksel bedeninizdir, onun içindeyken katalizörleri deneyimlersiniz. Bu beden akıl, beden, ruh özelliklerine sahiptir ve madde alemi dediğiniz şeye eşittir.
Yeşil ışın bedeni, bir seans esnasında ektoplazma adını verdiğiniz şey ortaya çıktığında görülebilen yoğun canlılığa sahip hafif bir bedendir. Bazı öğretilerde buna astral beden denir, bazıları da eterik beden demeyi yeğler. Ama eterik beden demek doğru olmaz, çünkü eterik beden zeki enerjinin akıl, beden, ruh bileşimini yoğurup şekillendirebildiği geçiş kapısındaki bedendir.
Işık beden ya da mavi ışın bedenine devaşanik beden adı da verilebilir. Bu bedene özellikle Hint Sutraları (özdeyişleri) ya da yazılarında birçok isim verilmiştir, çünkü bu halkın içinde bu alanları araştırıp keşfetmiş ve devaşanik bedenlerin çeşitli tipleri hakkında bilgi sahibi insanlar vardır. Her yoğunluk derecesinde çoğu sizinkine benzeyen çeşit çeşit beden tipi vardır.
Çivit rengi ışın bedeni (ki biz buna eterik beden demeyi tercih ediyoruz) geçiş kapısı bedenidir. Bu bedende artık şekil yoktur, yani şekil artık özdür, onu ancak ışık olarak görebilirsiniz, ama bu ışık istediği şekle girebilir.
Menekşe rengi ışın bedenine sizin deyiminizle Buda bedeni ya da mükemmel beden dersek belki onu daha iyi anlayabilirsiniz.
Bu bedenlerin hepsinin akıl, beden, ruh bileşiminiz üzerinde etkisi vardır. Bedenler arası ilişki ve etkileşimler çok çeşitli ve karmaşıktır. Burada bir noktaya işaret etmemiz iyi olur. Çivit rengi ışın bedeni şifacı tarafından eğer bilincini eterik hale geçirebiliyorsa şifa için kullanılabilir. Menekşe rengi ışın bedeni ya da Buda bedeni de şifacı için aynı derecede yararlıdır, çünkü bu bedende var olan her şeyle bir olmaya çok yaklaşmış bir bütünlük duygusu hüküm sürer. Bu bedenler her varlığın bir parçasıdır, onları doğru olarak idrak etmek ve uygun biçimde kullanmak her ne kadar üçüncü yoğunluk derecesi için henüz çok uzak bir hedefse de, işin ustaları için yararlı olur.

Soru- Öldükten sonra yeşil ışın bedeniyle mi tezahür edeceğiz?
Ra- Hemen değil, ölümden sonra ilk faaliyete geçen beden “şekil verici” ya da çivit rengi ışın bedendir. Ka adını verdiğiniz bu beden etere nüfuz edinceye ve akıl, beden, ruh bütünlüğü bunu idrak edinceye kadar kalır. Bu başarıldığında faaliyete geçirilmesi gereken uygun beden yeşil ışın bedeniyse o gerçekleşir.

Soru- Dünyaya bağımlı ruh ya da hayalet dediğimiz şeyi hangi uyarıcılar yaratır?
Ra- Bunun için gerekli uyarıcı irade gücüdür. Eğer sarı ışın akıl, beden, ruhu’nun iradesi fizik ölümün evrimleştirici ve bundan sonrasını idrak ettirici etkisinden daha güçlüyse, bu irade çözülünceye kadar akıl, beden, ruh bileşimi tutsak halde kalır. Başka bir deyişle, eğer irade geçirilmiş son deneyim üzerinde yeterince yoğunlaşmışsa tutsaklık durumu ortaya çıkar. Varlığın sarı ışın kabuğu artık faaliyette olmamakla birlikte faaliyeti tamamen durdurulamamıştır. Bu olgu ani ölümlerde, başka bir varlık ya da başka bir şey için aşırı endişe ve ilgi duyulduğu hallerde ortaya çıkar.

Soru- Dünya nüfusunun büyük bölümü fizik ölümden sonra hangi bedeni faaliyete geçirir?
Ra- Normal süreç şöyle işler. Sarı ışın bedeninden öte tarafa uyumlu geçiş yapan varlık akıl ve ruh bileşimini eterik ya da çivit rengi bedeninde dinlendirir. Bu dinlenme, varlık eterik enerjinin faaliyete geçireceği bir beden içinde deneyim yapmaya hazır oluncaya kadar sürer. Çivit rengi beden zeki enerji olduğu için, sizin deyiminizle yeni ölmüş varlığa geçirdiği son yaşam deneyimini gözden geçirebileceği bir bakış açısı ve bir yer sağlar. (Sayfa: 155-162)

Celse : 48 (22 Nisan 1981)

Soru- Bir sonraki enkarnasyonda gereksinimlerin saptanmasını kim denetler, enkarnasyon için öncelik sırasını kim belirler?
Ra- Bu iki yanıtı olan bir sorudur. Birincisi, Koruyucuların emrinde enkarnasyon düzeninden sorumlu varlıklar vardır. Bu varlıklar, ruhsal evrim sürecinin bilincinde olmaksızın enkarne olanları denetlemekle görevlidirler. Onlara isterseniz melekler diyebilirsiniz, melekler gezegeninize ait yerel varlıklardır.
Titreşim kıdemliliği, çeşitli yoğunluktaki sıvıların aynı bardağa konulmasına benzetilebilir. Bu sıvıların bazıları üste çıkarken bazıları da bardağın dibine çökecektir, ikisi arasındaki varlıklar ise tabaka tabaka birbirlerini izlerler. Hasat yaklaştığında ışık ve sevgiyle en dolu olanlar doğal olarak hiçbir denetime gerek kalmadan enkarnasyon deneyimi için öncelik kazanacaklardır.
Bir varlık ruhsal evrim mekanizmasının farkına vardığında, unutma süreci başlamadan bu enkarnasyonda kendini en fazla evrimleştirecek ve kutuplaşmasını en çok artırabilecek dersleri ve varlıkları kendisi düzenler. Bu tür kıdemli varlıkların enkarnasyon deneyimlerini özgür iradeleriyle seçmelerinde bir tek sakınca vardır. Bazı varlıklar bir enkarnasyon deneyimi sırasında o kadar çok şey öğrenmeye kalkışırlar ki, katalizörün aşırı derecede yoğun olması kutuplaşmış varlığı karmaşaya uğratıp düzenini bozabilir. O zaman da bu enkarnasyon amaçlandığı gibi fazla yarar sağlayamaz. (Sayfa: 168-169)

Celse : 49 (27 Nisan 1981)

Soru-
Daha evvel sağ ve sol kulak tonlarından söz etmiş, sağ ve sol beyin bölümlerinin kendine hizmet ve başkalarına hizmet kutbiyetleriyle ilgili olduğunu söylemiştiniz, bunu biraz daha açar mısınız?
Ra- İnsan beyninin iki lobu kullanımları açısından zayıf elektrik enerjisine benzetilebilir. Kutbiyet açısından bakıldığında sezgiler ve düşüncesiz dürtüler tarafından yönetilen bir varlığın, rasyonel analiz tarafından yönetilen bir varlıktan hiçbir farkı yoktur. Beyin lobları da hem kendine hizmet hem de başkalarına hizmet için kullanılabilir. Rasyonel ya da analitik zihne sahip bir varlığın negatif yolu izlemeye daha yatkın olacağı düşünülebilir, çünkü bizim idrakimize göre aşırı düzen özünde negatiftir. Ama soyut kavramları alıp onları bir bütün olarak düşünebilme, yapılandırma ve deneyimsel verileri analiz etme konusundaki bu aynı yetenek hızlı pozitif kutuplaşmanın anahtarı da olabilir. Analiz yetenekleri yüksek olanların, kutuplaşma için üzerinde çalışabilecekleri daha çok malzemeleri olduğu söylenebilir.
Sezginin işlevi zekayı bilgilendirmektir. Madde aleminizde sezgiler gem vurulmamış şekilde egemense, bu sezgisel algının sapmalarının varlığın daha çok kutuplaşmasını engelleyeceği söylenebilir. Gördüğünüz gibi deneyimsel katalizörün net sonucunun kutuplaşma ve aydınlanma olabilmesi için bu iki tip beyin yapısının dengelenmesi gerekiyor. Sezgi yeteneğinin rasyonel zihin tarafından kabul edilmemesi durumunda ise aydınlanmaya yardımcı olacak yaratıcı yönler boğulup kalacaktır.
Sağ ve sol ile pozitif ve negatif arasında bir bağlantı vardır. Bedenlerinizi çevreleyen enerji ağı karmaşık kutuplaşmalar içerir. Başın sol tarafıyla omuzun yukarı bölümü manyetik olarak genellikle negatif bir kutuplaşma, sağ tarafsa pozitif bir kutuplaşma gösterir. Sözü edilen sağ ve sol kulak tonlarının sizin için farklı olmasının nedeni budur.

Soru- Negatif ve pozitif kutuplaşmalar ve bunların bireylere, gezegenlere nasıl uygulanabileceği konusunda biraz daha açıklama yapar mısınız?
Ra- Sizin yapınızdaki varlıkların enerji alanlarıyla gezegenlerin enerji alanları arasında karşılıklı bir ilişki olduğu doğrudur, çünkü tüm maddeler manyetik alanın dinamik gerilim altında bulundurulmasıyla (manyetik alana hareketi sağlayacak bir gerilim farkı uygulanmasıyla) meydana gelmişlerdir. Her iki durumda da alan çizgileri örülmüş bir saçın iç içe geçmiş spiral çizgilerine benzer. Böylece hem insanların hem de gezegenlerin enerji alanlarında pozitif ve negatif birbirine dolanıp örgü gibi sarmallaşarak geometrik şekiller meydana getirir.
Negatif kutup güney kutbu ya da alt kutuptur, üst ya da kuzey kutbu ise pozitiftir. Bu spiral enerjilerin çapraz hatlar çizerek birbiri içinden geçmesi ve birbirini kesmesi ise birincil, ikincil ve üçüncül enerji merkezlerini meydana getirir. Fiziksel, zihinsel ve ruhsal beden bileşimlerindeki birincil enerji merkezlerini zaten biliyorsunuz. Merkezlerinizden birkaç tanesinin çevresinde, pozitif ve negatif merkezleşme eğilimli enerjilerin kesişmesinden doğan ikincil bazı merkezler dönmektedir. Örneğin sarı ışın enerji merkezinin dirsek, diz kapağı ve varlığın göbek bölgesi civarında elmas şekli çizerek dönen bu ikincil enerji merkezleri bulunur.
Her enerji merkezini bu tür ikincil merkezlerin bulunup bulunmaması açısından inceleyebiliriz. Bazı insanlar bu enerji merkezleri üzerinde çalışıyorlar, siz buna akupunktur diyorsunuz. Ama şunu da belirtmek gerekir ki, çoğu kez bu enerji merkezlerinin saptanmasında anormallikler ortaya çıkmaktadır, bu yüzden bu uygulamanın bilimsel kesinliğini sorgulamakta yarar var. Kesin sonuçlara varmak isteyen birçok bilimsel çaba gibi, burada da her yaratılmışın kendine özgü nitelikler taşıdığı göz ardı edilmektedir.
Enerji alanı konusunda kavranması gereken en önemli nokta, alt ya da negatif kutbun evrensel enerjiyi kendine doğru çektiğidir. Bu noktadan giren evrensel enerji, varlığın içinde yukardan aşağıya doğru spiral çizerek ilerleyen pozitif enerjiye rastlar ve reaksiyona girer. Bir varlığın ışın faaliyetinin ölçüsü, güney kutuptan giren dış enerjinin içsel spiral çizen pozitif enerjiyle hangi noktada kesiştiğidir.
Varlığın kutuplaşma derecesi arttıkça bu kesişme noktası yukarı doğru çıkar. Bu fenomene siz kundalini adını verdiniz, ama buna kozmikle içsel titreşimsel idrakin kesişme alanı demek daha doğru olur. Bu fenomenin temelindeki manyetizmanın metafizik prensiplerini idrak etmeden bu alanı yukarı çıkarmaya çalışmak çok büyük bir dengesizliği davet etmek demektir.

Soru- Kundaliniyi uygun şekilde faaliyete geçirmenin yolu nedir?
Ra- Bunu çöreklenmiş bir yılanın çağrıya uyarak yukarı doğru bir spiral çizmesi gibi düşünmelisiniz. Bu işlemi akla uygun biçimde yapabilmenin yöntemi şudur. İlk iş, varlığımıza güney kutbu yoluyla çekilen deneyimlerin benliğimize yerleştirilmesidir. Her bir deneyim gözlemlenmeli, yaşanmalı, dengelenmeli, kabul edilmeli ve bireye mal edilmelidir. Varlık kendini kabullenme ve katalizörlerin bilincine varma konusunda geliştikçe deneyimlerin rahatça yeni bir renk düzeyine yükselmesi doğaldır. Deneyim önce kırmızı ışın bölgesine yerleştirilecek ve burada hayatta kalma açısından yararı incelenecektir.
Evrimleşen ve arayan akıl, beden, ruh bileşimi, her deneyimi birbirini izleyen bir seri şeklinde idrak eder. Bir varlık her deneyimi önce hayatta kalabilme açısından, sonra kendi kişisel kimliği açısından, daha sonra toplumsal ilişkiler açısından algılar ve idrak eder. Daha sonra bu deneyimin nasıl özgür iletişim doğuracağını ve nasıl evrensel enerjilerle birleştirilebileceğini idrak eder. En sonunda da her bir deneyimin kutsal olduğunu kavrar. (Bir deneyimin yedi bilinç düzeyinden algılanıp idrak edilişi)
Bunlar olurken Yaradan içimizdedir. Kuzey kutbunda taç çoktan başın üzerine oturmuştur ve varlık potansiyel bir tanrıdır. Enerjinin ortaya çıkması için varlığın meditasyon yoluyla böyle bir enerjinin varlığını anlaması, alçakgönüllülükle ve güvenle kabullenmesi, kendi benliğini ve Yaradanı düşünmesi, bunlar üzerinde tefekküre dalması gerekir.
Bu enerjilerin kesiştiği nokta, yılanın boylu boyunca yukarı doğru uzanarak erişebildiği noktadır. İşte spiral bir yay gibi boşanıp açığa çıkan bu enerji evrensel sevgiye dönüştüğünde varlık hasada uygunluk noktasına yaklaşmış demektir.

Soru- Meditasyon yaparken zihni olabildiğince boşaltmak mı, yoksa bir konu ya da nesne üzerinde konsantre olmak mı daha yararlı sonuçlar doğurur?
Ra- Her iki tip meditasyon da yararlıdır. Zihnin tamamen boşaltılmasını içeren pasif meditasyon, yani akıl faaliyetinin özelliği olan zihinsel karmaşanın boşaltılması, Yaradanı dinleyebilecekleri içsel bir huzur ve sessizliğe kavuşmak isteyenler için uygundur. Bu yararlı bir yöntemdir ve tefekküre dalma ya da dua etme yöntemleriyle kıyaslandığında genelde en yararlı meditasyon tipidir.
Hayalinde canlandırma ya da imgeleme diyebileceğimiz meditasyon tipinin hedefi meditasyonun kendisi değildir. Bu yöntem ustaların aracıdır. Zihinlerinde görüntüler canlandırabilen ve bunları akıllarında tutabilenler içsel bir konsantrasyon gücü geliştirmektedirler. Bu güç can sıkıntısını ve huzursuzluğu aşmalarını sağlar. Bu yetenek bir kez bir ustada gelişip sabitleşti mi, artık o ustanın dışsal eylemler olmadan da bilinçte kutuplaşması mümkündür, böylece gezegensel bilinci de etkilememiş olur. Beyaz Büyücü denen varlıkların var oluş sebebi budur, onlar gezegenin titreşim düzeyini bilinçli olarak yükseltmek için bu yöntemi kullanırlar.
Meditatif bir halde ilham verici bir imaj ya da metin üzerinde düşünmek ve tefekküre dalmak ya da dua etmek de oldukça yararlıdır. Bu tür faaliyetin gerçekten yararlı olup olmayacağı tümüyle dua eden kişinin niyet ve amacına bağlıdır. (Sayfa: 171-176)

Celse : 50 (6 Masyıs 1981)

Soru- Deneyimlerin varlığa güney kutbu yoluyla çekildiğini söylediniz, bunu biraz açar mısınız?
Ra- Güney kutbu ya da negatif kutup kendine çeken kutuptur, manyetik alanına kapılanları çekerek içine alır. Bu akıl, beden, ruh bileşimi için de böyledir. Burada göz önüne alınması gereken bir nokta var. Kırmızı ışın enerji merkezi (ki bu temel enerji merkezidir) fizik bedenin en alt ya da kök enerji merkezi olduğundan her deneyime tepki verme konusunda daima ilk önceliğe sahip olacaktır. Gerek aklın gerekse bedenin her bölümünde ilk temel fonksiyonu yapma fırsatına sahiptir, bu da hayatta kalma fırsatından başka bir şey değildir. Bunun en güçlü içgüdü olduğunu anlamalısınız. Bu içgüdü dengelendikten sonra artık arayış içinde olan varlığın önüne birçok şey serilir ve birçok yol açılır. O zaman güney kutbu deneyimsel verilerin önünü kesmez, akımı tıkamaz, akıl ve bedenin daha yüksek enerji merkezleri de bedene çekilmiş deneyimleri kullanma fırsatı bulurlar.

Soru- Görsel imajları zihinde tutabilme yeteneğinin gezegensel bilinci nasıl etkilediğini anlatabilir misiniz?
Ra- Bu işin inceliği önce sessizliği sağlamak, sonra da düşünceyi tek konu üzerinde konsantre etmektir. Bir imajın birkaç dakika süreyle içsel gözün önünde tutulabilmesi ustanın düşüncesini yoğunlaştırma gücüne katkıda bulunur. Pozitif eğilimli usta kendi içinde sonsuz zekayla bağlantı kurmayı başardığında bağlantıların en güçlüsünü kurmuş olur, çünkü bu tüm akıl, beden, ruh bileşimi mikrokozmosunun makrokozmosla bağlantı kurması demektir. Bağlantı, madde ötesindeki gerçek yeşil ışının madde aleminizde tezahür etmesini sağlar. Yeşil ışında düşünceler varlıklardır, madde aleminizde ise bu genelde böyle değildir.
Ustalar bunu başardıktan sonra artık ışık ve sevginin canlı kanalları olurlar ve söz konusu ışımayı doğrudan doğruya gezegenin enerji ağına kanalize edebilirler. Ayin her zaman Yaradana şükranlar sunularak enerjinin topraklandırılması ve gezegene salıverilmesiyle sona erer.

Soru- Meditasyon sırasında her birimiz başımızın değişik yerlerinde bir enerji hissediyoruz, bunun anlamı nedir?
Ra- İçeri doğru akan enerji akımları faaliyete geçirilmeye gereksinim duyan enerji merkezleri tarafından hissedilir. Söz konusu uyarımı menekşe rengi ışın düzeyinde hissedenlerin enerji merkezleri faaliyete geçirilmeye hazır demektir. Bu akımları alnında, iki kaşının arasında hissedenlerse çivit rengi ışını deneyimlemektedirler. Bu varlıklar bu enerji merkezinin faaliyete geçirilmesine gereksinim duyan ve buna hazır olan varlıklardır. Karıncalanma hisseden ve görsel imajlar deneyimleyenler ise faaliyete geçirilmiş enerji merkezlerinde bir enerji tıkanıklığı yaşamaktadırlar. Bu yüzden elektriksel beden bu enerjiyi dışarı atmakta ve etkilerini dağıtmaktadır. Söz konusu enerjiyi gerçekten istemeyen varlıklar bile onu hissedebilirler.

Soru- Aynı anda iki uyarım almak mümkün müdür?
Ra- Ustalar için en normal iki uyarım şudur. Şifacılığa, büyüyle ilgili çalışmaya, ibadetkar meşguliyete, varlığın ışımasına açılan ve büyük geçiş kapısını faaliyete geçiren çivit rengi ışın uyarımı ve yaratandan Yaradana ruhsal bir alışveriş olan menekşe rengi ışın uyarımı. Her ikisi de çok istenen bir durumdur. (Sayfa: 177-183)



RA BİLGİLERİ


1-kitap http://rapidshare.com/files/52217397/ra_bilgileri.zip

2-kitap http://rapidshare.com/files/52217398/RA_Bilgileri_-_2.zip

 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol